1 Kasım 2023 Çarşamba

2645. gün - Tanışma Yıl dönümümüz

 Merhaba Fıstıkcığım! Benim güzel kızım, benim kalbimi aralayan anahtarım, benim canım :) Sana öyle garip hislerle geliyorum ki, içim ılık ılık oluyor.


Bugün seni tanıdığım günün 8. yıl dönümü. 1 Kasım 2015’te seni tanımış ve eve götürmüştüm. Böyle bakınca ne de yakın bir zaman gibi, hissettirdiğiyse üzerinden ömrümün yarısından fazlası geçmiş gibi. Hayret… belki de o günden sonra hayatımda hep önemli basamaklar atladığımdan, büyüdüğümden, zaman daha yavaş aktığından.


Hala Samsun’a gidip de seni bulduğum yerden geçerken gözlerim seni arıyor. Belki kardeşlerin, belki akraban olan birileri vardır diye gözlerim tekir bir kedi arıyor. Hep de mama su kapları görsem de bir kedi göremiyorum.


Ah Fıstık, ah canım kızım. Bugün yine de seni tanımama vesile olduğu için üzülmek istemiyorum. Beni kuaförden dönene kadar beklediğini, seni elimde taşıyarak eve kadar götürdüğümü, ev yolundaki muşambaya gerilmiş ev ilanını (sen korkma, korkup elimden kaçma diye ara yollardan geçişimi) seninle yaptığım konuşmaları, ev kapısında annemin tepkisini, ilk gurlamalarının bizde yarattığı “bir hastalığı mı var?” endişesini, bulmaya çalıştığımız hızlı mama-kum çözümlerini… hepsini hatırlamak beni yeniden heyecanlandırıp o güne götürüyor.


Daha önce de merakımdan bahsettiğim gibi, tüm bunlar hiç olmasa, o gün beni beklemesen ya da sana yeniden denk gelmesem… bir başkasıyla gitsen ya da binanın arkasına geçsen… acaba her şey senin için her şey daha iyi mi olurdu? Bu yüzden seninle ilgili “iyi ki” dediğim şeylerde bencilce konuşuyor olma tedirginliğim beni bu günü kutlamaktan alıkoyuyor. Seni tanımasam ben yarım bir insan olurdum ama sen beni tanımasan bilmiyorum ne olurdu Fıstık… Seni seviyorum. Her şey için teşekkür ederim. (ve özür dilerim)

5 Ağustos 2023 Cumartesi

7. yıl

 Merhaba benim canım!

Yokluğunun yıldönümlerinde seni hatırlamak bana yılın diğer günlerinde seni hatırlamaktan daha zor geliyor, sebebi de tahmin edebileceğin gibi günü o günkü saatleriyle birlikte yaşamak. Geçen yıl hafta içine denk gelip mesaim olunca bunu yapmak; utanç, suçluluk ve üzüntünün karışımında o bulanık girdapta boğulmak biraz daha güç olmuştu ancak şu anda haftasonu ve yeniden çok üzgün ve çok suçluyum.


Yazmadan önce burayı biraz inceledim, yazalı ne uzun zaman geçtiğini görünce şaşırdım ve son girideki yöntemle kaç gün geçtiğini yeniden hesapladım. 2556 gün. Son yazdığım gün sayısının neredeyse iki katı. Bu süre zarfında seni defalarca hatırladığımdan, hatırandan onlarca kişiye bahsettiğimden, hatıranla onca hayvana dokunduğumdan, defalarca kere ağladığımdan bahsetmeme belki de gerek vardır. Artık İzmir’de yaşıyorum güzel kızım, pandemi bir buçuk yıl kadar önce bitti. Bu süre içinde birkaç kez Samsun’da seni görebilmek için barınağa da gittim ama normal hayata dönülmüş olmasına rağmen barınağı hala ziyarete açmamışlardı. Bu bana çok iyi niyetli gelmedi ve hem içerideki hayvanlara hem de kızımın şahit olmuş olabileceklerine bir kez daha üzüldüm. (Bilmiyorum, ruhun arada bir de olsa oralara uğruyor ya da bir ziyaret bekliyor mudur?) Bugün annemden yarın babamla seni ziyaret etmelerini rica ettim, ederlerse çok mutlu olacağım ve içime biraz su serpilecek, ama sonra o serpilen sular kuruyacak, ve içim tabii yine kavrulacak. Samsun’a geldiğimde ben de yine şansımı denemeyi ihmal etmeyeceğim güzel kızım. Benim güzel Fıstık’ım.


Sen bana hayvan sevgisinin, hayvanların elinden tutmanın dilinden anlamanın kapısını açtın. Bu beni hem kişilik olarak hem de hayat tarzı olarak çok değiştirdi, insan tahlillerim ve hayatıma aldığım kişiler dahi bu doğrultuda şekillendi. Hayatımda öyle bir mihenk taşısın ki Fıstık…. Belki ben senin hayatının tümü oldum, ama sen de benim hayatımın asla bir bölümü olmadın Fıstık. Hayatımı baştan yarattın. Öylesine sihirli bir dokunuş oldu ki… Keşke dokunup, kesişip, ayrılmasaydı yollarımız. Keşke kesişip, beraberce sürüp gitseydi.


Bugünlerde telefonum anılar kısmında senin bir fotoğrafını karşıma çıkarıp duruyor. Normalde başka fotoğraflar da çıkarıyor ama onlara gülümsüyorum ve kalbimde daha yüzeysel bir yere dokunuyor, ama bu fotoğrafta (17 Mart 2016’da çekilmiş) belli ki uyumak için ellerinle yüzüstü yatarken yüzünü kapatmışsın. Sanki küsmüşsün gibi duruyor, tam da bu günlere denk gelince beni ayrı bir üzdü.


Sana her şey için teşekkür ederim ve senden özür dilerim. Böyle olacağını hiç ama hiç bilemedim.



9 Mayıs 2020 Cumartesi

1373. gün - II

yokluğunun üzerine biraz daha uzun ve derin düşünmeye kalktığım her an gerçek bir huzursuzluk ve mide bulantısı ile dolup ölmek istiyorum.

1373. gün

Ah Fıstık ah....
Ahhhhhh... depderin... en içimden bir ah....
Ahhhhhh bebeğim.....
Tüm mahçubiyetime karşılık dilimden dökülebilen ah...
Benim küçük prensesim.

Başlığı kendim hesaplayarak yazmadım, bunun için siteler var. Oraya tarih girerken içim ezildi. Ah benim cennet kızım. Güzel gözlü güzel huylu güzel bebeğim. Ah...

Dünyamızda artık corona virüs salgını var. Bu yüzden şehirler arası yasaklar var, bu yüzden hafta sonları dışarı çıkma yasağı var... bu yüzden ne ben gelebildim ne de ailemden seni ziyaret etmelerini rica edebildim. Zaten oranın ziyaretçiye açık olup olmadığını da bilmiyorum. Bunun üzüntüsü ve mahcubiyeti içimi hüzünle doldururken, bugün bir de annem bana bir şey sorunca, yine kendimi senin hatıranın sığınağında buldum. Yaşayamadıkların için bir kez daha derin bir üzüntü ve özürle geldim. Affet diye de değil, biliyorsun...
Annem evde bir havuç oyuncak bulmuş ve Berna'ya vermeden önce benim için bir önemi olup olmadığını sormak istemiş. Havuç oyuncak, senin çok sevdiğin rengarenk ipli top oyuncakla ikili bir paket olan havuç oyuncak.

Fıstık... sana çok, çok şey borçluyum.
çok, çok pişman ve çok üzgünüm...
sen çok özel bir kedisin meleğim.
özgürlüğümüze kavuştuğumuzda ilk iş seni ziyarete geleceğim. seni çok seviyorum...

18 Ocak 2020 Cumartesi

1261. gün

Merhaba benim küçük cennet manzaram. Kalbimin sıcaklığı, en büyük keşkem, en büyük iyi ki'm... benim güzel huylu, güzel kalpli, güzeller güzelim... merhaba
Bugün Wilfred adında bir dizi izlemeye başladım. Aslında absürt bir komedi, ama 8. bölümünde benim yarama değen bir konu işlendi ve sonunda gözlerim dolunca, işte ben de geldim. Seni hep anıyorum benim küçük prensesim. Ama hep buraya gelmiyorum. Aslında gelsem daha iyi olacak. Sadece çok canım yanıyor gidişini düşündüğümde annecim. Suçluluk hissimi de bastırmamın bir yolu yok. Ama acaba gelmediğimde, üzülüyor ve kırılıyor musun? Lütfen kırılma meleğim. Sevdiğim bunca hayvanın, beslediğim tüm kedi ve köpeklerin, aracısı sensin, vesilesi sensin, aslında hepsinde sen varsın, unutma küçük bebeğim.
Hatta annemle babam bir kedi sahiplendiler Can Fıstık'ım! Bu da senin açtığın kapının, bizlere aşıladığın hayvan sevgisinin bir göstergesi. Bahçede patisinin ucu tamamen kırık bir kedi görmüşker birkaç zaman, en sonunda babam bir kafes alıp kediyi tutmuş ve akşam evde ağırlarken de ilk kez bana haber verip fotoğrafını attılar. Onlardan böyle bir hareket görmek ve bir kediyle böylesine temas içine girmeleri, açıkçası beklemediğim gelişmelerdi. Kedinin başta erkek olduğunu sandık. Renklerinden ötürü de annem onu iş arkadaşına benzetince adını Bernard koyduk. Ama sonra veterinere gidip de dişi olduğu anlaşılınca, adı Berna'ya dönüştü. Patisinin ucu sanki bir çorap gibi tamamen bağımsız sallanıyordu. Eğer kaynamazsa, ön sağ bacağı kökünden ampute edilecekti. Kasım sonunda ameliyata girdi ve (sanırım?) platinlerle sabitlendi. Çok şükür ki tuttu, kaynadı patisi. 2,5 hafta kadar veterinerde kaldı. O vakitten beri evde ama platin hala çıkmadı. Bizim, ikimizin odasında kalıyor Fıstık'ım. Annemle babam ona her sabah ve akşam pansuman yapıyorlar. Çekingenliği, huyu biraz seni andırıyor. Ne yapılsa da kızmıyor, tatlılığını bozmuyor. Aynen senin yattığın yerlerde yatıyor. Allah ona da uzun ömür versin.
Benim evin güzellikleriyse bildiğimiz gibi. Son Samsun ziyaretimizde pembe tünelini buraya getirdik. Bizdeki tüneli de Berna'ya bıraktık, o biraz peluşlu gibi diye. Pembe tünel şu an evimizde çok revaçta. Hiç boş kalmıyor desem yeridir. Sevdiler. Onlar için Allah'a minnettarım. Onlara da. Allah'tan dileğim bize uzun, güzel, sağlıklı daha nice günler bağışlaması. Onları sıcak iklimlerde yaşatmak istiyorum. Bunun için sınavda başarılı olmayı çok istiyorum. Çok.
İlk fırsatta seni ziyaret edeceğim cennet bahçem. İyi ki hayatımıza dahil oldun. Keşke her şey daha uzun olsaydı. Keşke daha bilinçli olsaydım, tırnağını kesmeseydim misal. Keşke bugünkü aklımla bakabilseydim sana. Keşke, keşke, keşke...
Özür dilerim tüm yaptıklarım ve yapamadıklarım için. Sen gördüğüm en iyi kediydin Fıstık. Keşke ben de iyi bir insan olabilseydim sana. Keşke upuzun bir ömrü paylaşsaydık. Nerden baksan hayal kırıklığıyım... Görüşmek üzere güzel prensesim. İnşallah bir gün temelli...

12 Temmuz 2019 Cuma

1072. gün

Merhaba Tahin
merhaba şahsına münhasır, gördüğüm ilk karakter sahibi kedi. Benim canım, kalbimi ısıtan minik kız. Merhaba.
Erenin kaldığı yerde bir sarman kedi varmış, bütün hayvanları ve bütün kedileri seviyorsam da sarmanlar niyeyse benim için görsel albenide oldukça gerilerde bir yerde kalıyor. Yani hani sarman hastaları filan var... benim için bu biraz şaşırtıcı. Bunun üzerine Eren'le saçma bir sıralamaya kalkıştık ve aklımıza sen geldin.
Güzel kız :)
Seni tanımadan evvel sanırım bana en sevimsiz görünen renkler tortishellere aitti. Sanki bana deri hastalıklarını çağrıştırıyordu, hatta sanırım Tunç Hastalığını. Fıstık'ımı ziyarete kedi kasabasına gittiğimizde ki en çok siyah-sarı kedileri de orada görmüştüm, gördüklerimi sevmek bile bana bir garip geliyordu.
Sen akşamın karanlığında ağzındaki sarılığı süt bulaşığı sandığım kız, benim için o hissi yıktın. Şimdi nerede bir tortoiseshell görsem seni anıyorum ve sırf senden ötürü onu daha çok seviyorum.

11 Temmuz 2019 Perşembe

1071. gün

Merhaba benim tertemiz günlerim
aklıma hep Orhan Pamuk'un kitabının ilk cümlesi geliyor.
Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum dediği günler, benim için de hemen hemen senin gidişinden 1 ay öncesine denk geliyor. Hatta 1 gün, hatta 1 saat, hatta 1 an öncesine. Sana dek hiçkimsenin kaybına şahit olmamış biri olarak, bu kaybın ne denli büyük ve sarsıcı olacağını da o güne dek hiç hayal edemedim.

Canım Fıstıkım, ben iyiyim. Aslında mutluyum da. Ders çalışıyorum, çok çalışıyorum, buradan gidebilmek istiyorum. Daha verimli ders çalışabilmek ve daha zinde olabilmek için vitamin alıyorum, beni buraya getiren de sanırım ders ve vitamin ikilisi. Vitaminlerin sürekli hafızamın derinliklerinden hatırlamayı istemediğim anılarımı getirmesi, ders konularımın da yolu oralara götürmesi. Bir fizyoloji, bir anatomi, bir cerrahi, bir radyoloji. Kalp cenderesi işte :)

Geçmişi hatırladığımda, senin o olayın ardından gideceğini Elif Hanım'ın "gidebilir" dediği ana kadar hiç ama hiç tahmin edemediğim için, yaşadığın olayı hafife almış olmak beni tarifi imkansız bir utanç ve acıyla dolduruyor. Sen düştüğünde sonunda olacağı buydu diye düşünmüş oluşumdan tüm hücrelerimle utanıyorum, düşündükçe boğazım acıyor. Yutkunamıyorum. Şimdi radyoloji çalışıyorum. Aklıma Elif Hanımın yönlendirdiği klinikte tekrar film çekileceğini, iki kere çekersek hem sana radyasyon hem bana maddi yükü olacağını söyleyip film çekmesini isteyip istemediğimi sorduğu geldi şimdi. Düşünmüş, duraksamış olmak içimi yine kararttı. Acaba o zaman maddi güç bana ait olsa duraksar mıydım? Acaba sen bu duraksamayı anladın mı ve nasıl bir anlam çıkardın? Acaba sen bu yüzden mi gittin Fıstık?

Hala her duamı "tüm bunların ona kıymet vermediğimden olmadığını bilsin, benim için çok kıymetli olduğunu bilsin" diye bitiriyorum. Acaba bilebildin mi, ne kadarını hissedebildin, ne kadarını hissettirebildim? Özür dilerim benim kalbimin en saf kısmı.

Keşke Fıstık Allah benim ömrümden alıp sana verseydi :) o gün oracıkta gücü biten ben olsaydım. Ders çalışmam sekteye uğramasın diye Samsuna gitmiyorum, hatta uzunca süre de gitmeyeceğim. Sadece senin için ağustosun ilk haftası geleceğim. Toprağına 3 öpücük bırakıp üzerinde biten otları temizleyeceğim. Acaba şu an tüylerin var mı? Acaba ne kaldı senden geri?

Yani yokluğun iç acıtan bir çok duygunun beraberinde ama, sanırım özlemden daha çok, pişmanlıklarım ve suçluluk duygum, beni hep vurmaya devam edecek. Sen benim için hep çok özel, en özel olacaksın. Bu yalnız hayvanlar içinde de değil. Tattığım duyguların en safı, bana kalbimin bilmediğim bit odasının kapısını açıp gezdirip benimsetensin sen. Ben şimdi o odada yaşıyorum Fıstık.

Seni çok seviyorum.
Özür dilerim.

19 Şubat 2019 Salı

929. gün

Fıstıkçığım dün Aslıların veda yemeğinde işyerinden arkadaşım Feride ablasının uysal ve sevgi dolu kedisinden bahsetti, ben de seni andım. Sonra seni nasıl kaybettiğimi sorunca söyledim, detaya da girmedim ama çok etkilendim. Ertesi sabahtayım ama hala içimde mutsuzluk var.
Çok üzgünüm canım kızım. Üzgünlük öyle yetersiz kalıyor ki. Bambaşka bir boyut ve bambaşka bir his bu.

8 Şubat 2019 Cuma

918. gün

Merhaba Fıstık, merhaba benim bal bebeğim, ve merhaba Tahin.
Gelmeyeli ne uzun zaman oldu. Aranın bu kadar açılmasında mahçubiyetin de payı var inanın. Bir de bazen, sizin oradaki hayatınıza zaten iyiden iyiye alıştığınızı düşünüyorum. Sizi unutmadığımıysa zaten biliyorsunuz. Sadece bazen, daha canım yanarak hatırlıyorum ve o zamanlarda da kendimi buraya atıyorum.

Canımı ne yakmaya başladı?
Fizyoloji çalışmak. Evet, fizyoloji. Solunum sistemi çalışmak.
Neler oldu? İnternette bir mağazayı dolaşırken, koli bandı gördüm. Evet, koli bandı. Zehra ile Saadetin oturduğu o evin yakınındaki kırtasiyeden koli bandı aldığım, ve sitenin bahçesine kedi evi yaptığım.
Beni buraya ne getirdi? Göksel. Evet. İçimde kara bir ormanın yanışı ve "gitmesen olmaz mı? En azından bir gece" dizesi.
Bilmiyorum belki biraz da kullandığım vitaminler mi acaba? Geçmişin bu kadar canlı canlı hafızamda yer alması. Her şeyi ve detaylarını hatırladıkça içim lime lime oluyor.

Sizi unutmadım. Yemin ederim ki. Sadece sizi içim böylesine derinden acımadan da anabildim. "Fıstık şöyle yapardı" dedim ve ağlamadım, "Fıstık ablanız gibi" dedim Şeker ile Böcek'e ve bunu tebessümle yapabildim. Ama sizi andım.

Bazen sanki bu kızlara haksızlık ediyormuşum gibi hissetmiyor değilim. Sana hissettiğim duyguların daha derinden, daha saf ve daha coşkulu olduğunu düşündükçe kendimi bazen suçlu hissediyorum. Bu fark neden kaynaklanıyor tam seçemiyorum ama aklımda ihtimaller var. Kızların sanki ikisinin karakterlerini birleştirince seninkine denk oluyor. Şeker sevesi geldiğinde içten seviyor ama inatçı ve her zaman uysal değil. Böcekse sevdiresi geldiğinde sevdiriyor, herkese karşı naif ve uysal, ama yönlendirilmiş bir sevgisi yok. Sevilmek onun için ihtiyaç olduğu için sevdiriyor gibi, beni sevdiği in değil :) İkisini de çooook seviyorum. Belki (muhtemelen) onlar olmasa, burada depresyona girerdim. Onlar hayat arkadaşlarım ve iyi ki hayatımda varlar.
İhtimallerse şunlar:
Ölüm gerçeğiyle karşılaşmamın ardından kendimi öylesine bir adanmışlıktan koruyor olmam?
Senin hem cinsin bir dostun olmaması dolayısıyla bana daha özel davranıyor olman, gerçek bir gönül bağı kurmuş olmamız
Kızların karakter olarak daha mesafeli olmaları. Beni eskaza yalıyorlar. Halbuki sen böyle miydin :)

Telefonumun ekranında senin resmin duruyor, sosyal medya hesaplarımda seninle olan fotoğraflarım hep profillerimde. Bu beni bazen düşündürüyor.

Lafı çok uzatmayayım canlarım. Çünkü gelirken aslında anlatmak istediklerim de bunlar değildi.
Ama yine anlattıklarımla birlikte, içimden gelenlerden biri şuydu ki bana çok, çok özel hisler bahşettiniz. Bana çok kıymetli hissettirdiniz ve size çok kıymet verdim.
Gidiş anlarınızı hatırladıkça ve hayal ettikçe, kendimden binlerce kere soğuyor ve sizin yerinize ölmüş olmayı diliyorum. İçim öyle bir eziliyor ki. Bu anları sanırım bu yüzden çok hatırlamıyordum ancak fizyoloji beni mahvetti.
Bu son için sizlerden özür dilerim. Payım olduğu için ve dünya böyle bir yer olduğu için.
Umarım çok mutlusunuzdur güzel kızlar, nurlu bebekler. Prensesler. Sizi çok seviyorum.
İlk fırsatta tekrar ziyaretine geleceğim Fıstıkçığım. Benim pofuduk kuyruklum, benim tüylü patilim, canım :) beni affetme sakın. yalnız sana kıymet verdiğimi bil.

30 Mart 2018 Cuma

601. gün

Benim canım kızım. İki gündür canım öyle yanıyor ki tarif etmem çok güç. Sürekli aklıma sen geliyorsun, bir de gittiğin gün ben kanepede uzanırken ikiye katlanıp üzerimde yatışın. Onun dünyadaki son saatlerin olduğunu düşündükçe içim eziliyor. Sonsuz ve tarifsiz bir kederle doluyorum. Artık bunları düşünmekten kaçıyorum. Çünkü ben buradan çıkış yolunu bulamıyorum benim kalbimin en sıcak köşesi kızım. Dün akşam defalarca kere aklıma geldi, aceleyle, panikle beynimi uzaklaştırabilmek için farklı şeyler bulmaya çalıştım. Çok özür dilerim canım bebeğim. Günahım kabulüm ama ne olur seni sevmediğimi sanma. Yanına geldiğimde bana içerlemiş ya da kızmış olma. Bunları düşündükçe ölenin ben olmayışıma bir kere daha kızıyorum.

Şimdi ise beni bu bloga getiren ve de yukarıdaki satırın ilk birkaç cümlesinin ardından ağlama krizine sokan, It ain't me şarkısının nakaratı. Who's gonna walk you through the dark side of the morning? Who's gonna rock you when the sun wont let you sleep? It aint me.
Çok üzgünüm.

1 Mart 2018 Perşembe

572. gün

Hey gidi günler, hey gidi hayat, hey gidi kader...
Dilekçemizi oluşturduk, ilettik ve birkaç gün sonra epikriz raporunu bize maille ilettiler. Aslında sanırım ve maalesef böyle talepler hekim ile hasta yakını arasındaki ilişkiye bir nebze darbe vuruyor, yine de keşke yapmasaydım diyemeyeceğim. Bize gönderilen epikriz raporunu Eren okullarındaki bu konuyla en ilgili hocalarına gösterdi. Hocaları kendilerinin Madison Wisconsin adlı bir tekniği uyguladıklarını söyledi. Bu teknik ile lenfomayı atlatmanın mümkün olduğunu ancak lenfomanın nüks oranının yüksek olduğunu söyledi. Madison Wisconsin tekniği sağlık merkezlerince damar yolu ile uygulanan, haftada bir uygulama gerektiren bir kemoterapi protokolüydü. Ben de bunun üzerine önce Samsun’daki bazı özel klinikleri arayarak bu tekniği uygulayıp uygulamadıklarını sordum. Hiçbirinden olumlu yanıt almadım, bu tip hastalıkları fakülteye yönlendirdiklerini söylediler, daha çirkini tedavi etmediklerini söyleyenler de oldu. O zamanlar tedavi için çabalamak bencillik mi olacak tedirginliğini de duydum bunu seçen kişilerin de olduğunu göz önünde bulundurunca. Şimdi ise düşüncem tamamen farklı.

Fakülteyi arayıp doktorumuzla bu yöntemi konuştum ve bize ilk etapta bahsettikleri i.v. tedavinin bu olup olmadığını sordum, meğer buymuş. Doktor bey diğer hekim arkadaşının sözleri için olumsuz bir yorum yapmaktan imtina etti, bana hekim ve hasta sahibinin tercihidir, dedi. Araştırmaların o teknikle ortalama 320 gün survival time kaydettiğini ama bizim yolumuzla 600 küsür gün olduğunu söyledi. Atlatma meselesini sorduğumda ise çalışmaların kendi araştırdığı kadarıyla bunun üzerine değil yaşam süresi üzerine olduğunu söyledi.

Epey derin epey uzun düşündüm. Facebookta hayvan sayfalarından arkadaş olduğum A. isimli hanımefendiye gönderdim, o da veteriner hekim arkadaşının fikrini bana iletti, araştırdım uğraştım. Damar yolu ile uygulanan teknik için yol ve klinik stresini düşündüm, her şeyi gözden geçirince oral yolla uygulanan protokolde karar kıldım. O haftasonu Samsun’a 1 günlüğüne gidecektim, evimizdeki küçük misafirin sahiplendirilmesi için. Miniğime talip çıkmıştı. İlacı da Samsun’da alırım diye düşündüm. Açıkçası zor bulunabilir bir ilaç olduğunu düşünmemiştim, internette fiyatı 2 lira yazıyordu. Burada 2 eczane var, asıl alışverişlerimizi yaptığımız ve sohbet ettiğimiz eczanenin çalışanı hanımefendinin dedikoduyu çok sevdiği çok sayıda kişi tarafından kulağıma geldiğinden, çok da sıradan olmayan bu ilacı oradan almak istemedim. Yaşadığımız bu durumu Akkuş’ta hiçkimse ile paylaşmadım, beklenmedik bir durum olmadıkça paylaşmayı da düşünmüyorum.

Samsun’a haftasonu gittim haliyle, nöbetçi eczanelerin de hiçbiri ellerinde o ilacın bulunmadığını söyledi, hatta bazıları bulamazsınız diye ekledi. Pazartesi günü depodan istemeyi önerdiler, bense pazartesi dönüyor olacaktım. Ne olur ne olmaz, belki de diğer ilacı da başka yerlerde bulamam diyerek Prednol’ü ilk girdiğim eczaneden aldım. Bu arada miniği 20’li yaşlarını aşmış 2 kız kardeş sahiplenmiş, aile evinde yaşadıklarını babalarının da bir kedilerinin olmasını çok istediğini söylemişlerdi ama, sahiplendikleri günün akşamı arayıp annelerinin çok katı bir şekilde reddettiğini ve ailede gerginliğin oluştuğunu söylediler. Uzatmaya lüzum yoktu, en azından hala şehirden ayrılmamışken gidip geri aldım ve onlardan sonra talip olan diğer kişilere ulaştım. Cevap alınca da ertesi gün Ünye’de miniğimi onlara teslim (ve Allah’tan emanet) etmek üzere sözleştik. Minik ile şansımız yaver gitmiş gibiydi. Neden sonra, onu verirken kızlara verdiğimden çok, çok daha fazla duygulandım ve ağladım.

Ünye’ye gelince Ünye-Niksar Caddesi üzerindeki eczanelerin hepsini sırayla gezerken, bir eczane fiyatı çok yüksek olduğundan eczanelerin tarih geçme riskini göze alıp raflarında bekleteceklerini sanmıyorum bu şekilde bulamazsınız dedi. Ben de internette uygun bir fiyata rastladığımı söyleyince önünde duran ekrandan öyle imiş, dedi. 2014’te 4 TL imiş, 2015’te 2 TL imiş, 2016’da 164 liraya çıkmış ve öyle devam ediyor. Ne artış ama, değil mi? Hiç sorun değil, 10 katı da olsa bebeğim için gerekiyorsa alırım ama, 2 liraya da satılabilen bir ilaca böylesi bir yeni fiyat belirlenmesi neye yorulabilir? Açıkçası ilk etapta bunun devletimizden kaynaklı olduğunu düşünmüş ve kızmıştım. Sonra ise internette ilaç üzerind araştırmalar yaparken, bir seferinde ilacın adını yazmamla birlikte google “price increase 2016” şeklinde tamamladı. Anladım ki firma kaynaklı. Yine de bence büyük zalimlik.

Ünye’deki eczanelerin tümü depodan isteyelim diyince, Akkuş’ta da sohbetimizin olmadığı eczaneden depodan getirilerek alırım Ünye’de ne beklemekle ne de tekrar Ünye’ye gelmekle uğraşmam diye düşündüm. Hemen o gün Akkuş’a gelir gelmez eczaneye gittim, siparişi verildi yarın gelir dendi. Ertesi gün öğle arasında uğrayıp aldım.

İlaçlar elimde tamam olunca, zamanlaması için hesaplar yaptım. Ayşe’nin düğününde, benim sınavımda hep şehir dışında olmam gerekeceğinden o günlerin dışında kalacak günleri gözleyip, en nihayetinde en uygun tarihin 28 Şubat olduğuna karar verdim.
Yani dün.

11 Şubat 2018 Pazar

554. gün

Pazartesi dilekçeyi yazacağımdan ve bir de Eren Hocalarına göstereceğinden, henüz ilaçları almadım ve başlamadık. Belki başlasak bir şeyler daha da kolaylaşacak, neyin ne olduğunu göreceğim. Belki de yine neyin ne olduğunu göreceğim ve her şey daha da zorlaşacak. Şu ansa bebeğimin huzurlu anlarında ona bakıp, acaba ilaçlar bu huzurdan edecek mi hesabı, tedirginliği ve hüznü, içimi yakıyor.

Dün saatlerce balkonu temizledim. Yerleri, camları, duvarları, pervazları, balkon kapısını... her yeri yıkadım, sildim. Kızların artık balkona çıkabilmesini istedim. Bugün her yer kurumuştu ve çıkmalarına izin verdim. Bu arada balkonumuz cam kaplı ve açılan camlar için herhangi bir kilit mekanizması bulunmadığından koli bandıyla 6’şar 7’şer yerden bantladım. Çok eğlendiler. Ama yerler çok ılık olmadığından, yere battaniye serdim ve basıp üşütmemeleri için 10-20 dk’dan uzun kalmalarına müsaade etmedim.

Artık biraz bazı şeylerimin belki de normal olmadığına karar verdim ve belki de terapi almanın beni rahatşatacağını düşündüm. Çünkü burada gerçekten çok yalnızım. Ama burada psikolog olmadığından, online terapiyi araştırdım. Gerçeği ne kadar işe yarar, online’ı ne kadar işlevsel olabilir hiçbir tecrübem ve fikrim yok. Ancak anılar konusundaki bazı takıntılarım, evrenin bazı şeyleri unutma ihtimali beni çok üzüyor. Söz gelimi bana atılmış bir sokak kedisinin fotoğrafını silemiyorum. Diyorum ki belki de bu kediciğin fotoğrafı belki de hiç kimsenin telefonunda kalmayacak, hiç kimsenin telefonunda olmayacak. Bu kedicik yaşayacak ve kendi kendine ölecek, dünyada onu anımsayan kimse olmayacak mı? Bu ihtimal benim canımı yakıyor... Silmiyorum. Böyle böyle, telefonum bir çok fotoğrafla doldu, Fıstıkımın anılarından tabii ki asla geçemiyorum ve 16 gblik telefonumun yaklaşık 8,5 gb’si galeriye ait. Bir kısmı zaten telefonun işlem dosyaları filan derken, bu durum resmen telefonu kullanımımı ve hayatımı etkiliyor. Bilmiyorum, bu normal mi?

İşte böyle. Kızları mutlu etmeye çalışarak vaktimi geçiriyorum. Ne yazık ki ders çalışamadım, bu akşam programımı yapıp yarın 8.30’da işe gidip tüm gün verimli şekilde çalışmayı planlıyorum. Canım kızlarım.

9 Şubat 2018 Cuma

552. gün

Haberler çok kötü.
Doktor bey arayıp teşhislerinin kesinleştiğini söyledi. Agresif formda olduğunu söyledi, hastanede duyduğumuz güzel cümleleri geçersiz kılan bir rapor olmuş sanırım patolojiden çıkan. Söylediği ismi arattığımda non hodgkin kapsamına girdiğini gördüm. İçimde bir yerlerde yeşil bi umudu sonsuza kadar besleyeceğim, ama kendimi bazı şeylere de hazırlayacağım. Çok ders çalışacağım. Mümkün olduğu kadar kısa sürede buradan kızımı alıp tedavinin daha kolay ulaşılabileceği yerlere gidene dek.
Minik misafirimizi bir an önce sahiplendireceğim.

Doktor yaşam süresinin tedavi ile bir buçuk-iki yıl olduğunu, tedavi edilmezse bu sürenin çok daha kısalacağını söyledi. Bir terslikle karşılaşmadığımız sürece (Allah’ım karşılaştırmasın) iv yerine oral bir tedavi uygulanacağını söyledi, hem bu tedavide yaşam süresi daha olumlu izleniyormuş hem de bizim için yol ve enjeksiyon stresini ortadan kaldıracağından daha iyi olacak. 3 haftada bir 4 günlük uygulamalar yapacakmışız, ciddi bir yan etki gözlersek ciddi ishal, aşırı tüy dökülmesi vb, o zaman tedavi yöntemi değişebilirmiş. Reçete edeceği ilaçların biri prednolmüş, diğeri ise asıl kemoterapötik ilaç sanırım. Ama kedilerin toleransı insanlardan çok daha iyi oluyor dedi. İnşallah öyle olur. Eren’in de okuldaki hocalarına danışması için raporları istedim, veriyoruz ancak dekanlığa dilekçe yazmanız gerekiyor dedi. Bu konuşmayı cuma mesai saati sonrası yaptığımız için, pazartesi ilk iş yazacağım.

Miniğimin genel durumu hala bin şükür ki iyi.
Yalnız beni iyice korkutan bir ihtimali konuştuk, onu buraya yazmak istemiyorum, yolumuz Samsuna ya da veteriner olan bir yere ilk düştüğünde bunu da görüşeceğiz.

Kızlarıma pozitif enerjiler vermek istiyorum.
Oturup bütün gün ağlamayacağım. Dua edeceğim ve kızlarımı mutlu edeceğim. Bize müsaade et, bizi birbirimize bağışla, bize yardım et Allah’ım. Böceğim çok hırpalanmasın ve kızlarım benimle kalsın ya Rabbim.

8 Şubat 2018 Perşembe

551. gün

Bu ihtimalle öyle uzun vakit geçirdik ki acaba kanıksadım mı?
Kızım her şeye inat bizimle mi kalacak yoksa, içimin cayır cayır yanmayışı bundan mı?
Yoksa şoktan mı?

Geçtiğimiz perşembe öğlen saatlerinde yola çıkıp akşama doğru Samsun’a vardık. Cuma sabahı fakülteyi arayıp durumumuzu hatırlatarak gelebilip gelemeyeceğimizi sordum. Öğleden sonra gelmemin uygun olduğunu söylediler 13.30 gibi fakültedeydik. Böceğimi alıp götürdüler, tam kan sayımı yapılacağını ultrasonla genel olarak bakılacağını ve bahsettikleri 2 yeni lenf nodundan örneklerin alınacağını söylediler. Yaklaşık 1-1buçuk saat bekledikten sonra bu sefer parçaları benim patoloji bölümüne ileteceğimi söylediler, verirlerken de doktor bey kan sayımı neticesinde nötropeni izlenmediğini ve ultrasonda da herhangi bir sistemde tutulum görmediğini, kötü bir ihtimal varsa dahi malign olacağını pek düşünmediğini söyledi. Neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Sonucun pazartesi ya da salı günü çıkabileceğini söyledi. Parçaları alıp patoloji bölümüne götürdük.

Geçen sefer de bana pazartesi salı denip açıklanması cumayı bulduğundan, sonuç belli olduğunda aramalarını beklediğimden sürekli aramadım. En sonunda bugün hala aranmadığım için arayıp, sormak istedim. Telefonu cevaplayan bey efendi benden bazı bilgiler aldıktan sonra birine danıştı ve döndü. “Lenfoma pozitif tedavisi için arayacaklarmış” dedi. İşte haftalar süren korkumun, telaşımın, dualarımın uzandığı cümle...

Ne zaman ararlar diye sorduğumda muhtemelen yarın ararlar, dedi. Mümkünse bugün müsat olduklarında arayabilirlerse minnettar olurum söyler misiniz dedim, tabii ki dedi. Saat 16.30 gibiydi, şu an 17.18, bu saatten sonra da aranacağımı sanmıyorum.

Miniğim çok hırpalanmadan bizimle kalsın Allah’ım, ne olur... küçücük bedeni çok yorulmasın ve hiçbir yere de gitmesin ya Rabbim... Onu bize bağışla Allah’ım, ona ve bize acı.

31 Ocak 2018 Çarşamba

543. gün

Buraya yazdığım gün akşama doğru, veteriner fakültesinden patolojiden çıkan sonucu bildirmek üzere sonunda aradılar. Yaptığımız konuşma tüm hislerimi muallakta bıraktı, ne sevinebildim ne sevinemedim, ne umutlanabildim ne umutlanamadım. Aldıkları örnekte lenfomada görülen b lenfosit yoğunlaşmasını gördüklerini ama yine bunun teşhisinde kullandıkları boyama yöntemlerini kullandıklarında boyanmadığını yani bunu doğrulayamadıkladını söyledi. Net bir sonuca varabilmek için, en az 2 lenf nodundan daha örnek alacaklarını, tam kan sayımı yapılacağını söylediler. Böceğimin genel durumu da çok şükür ki iyi olduğu için, ve biz de farklı bir şehirde olduğumuz için, müsait olduğunuz bir zaman getirebilirsiniz dendi. Biz de bir terslik olmazsa yarın değil ertesi gün, yani cuma günü gideceğiz. Benim cumartesi günü Ankara’da Tıpdil sınavım var, bir terslik olmazsa oradan geçerim diye düşündüm.

O günden beri neşem öyle yerine geldi ki. Pozitif düşünüyor ve dua ediyorum, Allah’ım minik böceğimizi Şeker’e ve bana bağışlasın. Onu çok seviyoruz... gerçekten.

Bugün burayı açmamın sebebi aslında başkaydı. Buraya sanırım hiç yazmadım, ama aslında evimizde şu an 3 kedi var. Bir de misafir kedimiz var, geldiğinde hasta idi, iyileştikten sonra belki ailemize katılır diye düşündüm ve kızlarla bir araya gelmeleri için şansımı denedim, ama başarılı olamadım. Onun olduğu ortamlarda bazen Şeker ile Böcek birbirlerine hırlamaya başladı, misafir kedi (Adı şimdilik Cozur. Bu ismi ona hastalık zamanlarındaki cozurdatmalarından ötürü koydum, anlamanın çok zor olmadığı gibi probleminin tezahürü gastrointestinal sistemde idi) çok cesur çıktı ve hiçbir şekilde kızlardan korkmayıp, üstüne kör gözüne parmak dercesine kızların üzerine oyun sanarak atladı durdu, derken kaynaşma sağlanamadı. Sonra baktım ki ev sahibi kızlarımın psikolojileri etkileniyor, aynı ortama getirmeyi birbirlerine göstermeyi tümüyle bıraktım, pes ettim. En sonunda geçtiğimiz hafta bir ilan açtım Cozur için ama, kaydadeğer bir talip de olmadı.

Uzun zaman banyoda ikamet etti kendisi, orada aslında kızlardan daha izole oluyordu. Ama zamanla mutlu olamadığını fark edip, iyileştiğinden de emin olduğumda, Böcekimi de ilk ağırladığımız odaya aldım. Resmen bakışları değişti, psikolojisi fark etti, daha akıllı bir kedi oldu. Maaşallah. Yine de ne yalan söyleyeyim, onun bir can taşıdığının elbet farkındaydım ama, onun canının kıymetinin farkında olmadığımı, ilk kez tırnağını keserken fark ettim.

Tırnağını kestirmemek için çok direndi, ama yavru da bir kedi olduğu için, tırnakları çok ince ve çok sivri oluyordu. Hareketleri her zaman bilinçli olmadığından, birkaç kere yüzümün çizilme tehlikesi sebebiyle,, tırnaklarını kesmekte kararlıydım. Baktım ki bir şeylerle kundaklayarak da üstesinden gelinmiyor, onu kullanmadığım kalın bir kadife pantolonun içine soktum ve geride kalan arka patilerinin tırnaklarını kesmeye çalıştım. Öyle kızdı öyle rahatsız oldu ki, pantolomun üzerinden geçirdiği dişleri elimin içinde iz bıraktı. En sonunda tüm tırnakları kesişim tamamlandığında, onu bıraktığımda hemen pantolonun içinden çıktı ve bez dolabın önünde, sırtı bana dönük, çok derin çok sık nefesler alıp verdi. Yani bu bi inat bi rahatsızlık değildi, canına kastettiğimi düşünmüştü ve canı onun için çok kıymetliydi.

Fıstık için bunu ilk kez bir rüyasından korkarak uyandığında fark etmiştim, bu küçük misafir kedi içinse bu farkındalığım o an oluştu. Bakış açımı etkiledi gerçekten.

Anlatmak istedim...

İşte böyle.
Allah’ım yüzümüze baksın.
Sanki bugünlerde Böcek’imin şişliği çok az küçülmüş gibi geliyor, inşallah yanılmıyorumdur ve inşallah bu dert bize hiç uğramadan bizi hiç hırpalamadan yel alıp gider.
İnşallah...