Sabah gözlerimi aralayınca ilk önce koltuğa bakıp kızımı arıyorum. Bu sabah da yok. Ama selamlıyorum. Gerindiğini hayal ediyorum koltuğunda, benimle birlikte uyanıyor. Benimle birlikte geliyor anne babamın yanına. Onlar işe gitmek üzere kahvaltı ediyorlar, ben tabureye oturmuş onlarla sohbet ederken Fıstık da arka soluma yerleşiyor hemen. Zaten halıdaki yeri hemen hemen sabit. Sabahın erken saatinde pek bir şey yemek istemiyor, zaten onu cezbeden bir koku da yok, kıvrılmış olağanca güzelliğiyle yatıyor. Annemle babamı uğurlamak üzere ayaklanıyorum, Fıstık da benimle birlikte ayaklanıyor. Bu ailenin bir parçası olduğunu hep belli eder benim güzel kızım, herkes ondan ayrı bir odada toplanırsa miyavlayıp unutulduğunu hatırlatır, biri giderken uğurlamak üzere, biri geldiğinde karşılamak üzere koridordaki yerini mutlaka alır. Annemi uğurlamak üzere kapının yanına geliyor bu kez benimle birlikte, ama yaklaşık yarım metre gerimde. Uğurlamaya katıldı mı, katıldı, ondan veda seramonileri beklenmemeli.
Kapıyı kapatıyoruz. Babam hazırlanmaya devam ederken benim yanımdan ayrılıyor Fıstık. Ya odasına gidip yemek yiyecek -ama o gittiğinden beri kapı kapalı- ya da babamı takip edecek neler yapıyor diye, yatak odasına seğirtecek. Gidiyor. Az sonra merak edip yanına gidiyorum, bakıyorum yatağın üzerinde bana bakan gözleri. Tamam, bir şey demiyorum meleğim.
Az sonra babamı uğurlamak üzere yine geliyor koridora. Babam da gidince birlikte salona geçiyoruz. Biraz daha kestiriyoruz, sonra uyanma vaktimiz geliyor. Ben kalkarken Fıstık yerinde yatıyor oluyor, ama ayaklanıp geliyor peşimden. Yüzümü yıkarken yüzümü aynadan, ne yaptığımı arkamdan izliyor hep, yüz yıkamalarım biraz uzun sürdüğünden havluların altına uzanıyor bir süre sonra. Ellerimi silmeye gidince sanki yeşil gözleriyle meraklı meraklı bakıyor, yemin ederim. Ben havluyu buldurana kadar elimden su damlayıp üzerine gelir de kızım rahatsız olursa diye kontrollü yapmaya çalışıyorum hareketlerimi. Sonra da diyorum ki, ödülü bu muydu?
Yüzümü artık pek nemlendirmiyorum. Umrumda da değil yüzüm gözüm, sadece birkaç olmadık kıl kaşlarımın ortasından çıkarsa, bıyıklarım başını alıp giderse onları gideriyorum. Fıstık benimle birlikte mutfağa geliyor. Mutfak tezgahının başında geçirdiğim vakitten yine çok rahatsız, “miyav, miyav, miyav...” susmuyor. Hiç susmasaydı, Allahım... Sessizlik gözlerimi dolduruyor, bazen mümkün olduğunca hızlı yapıyorum kızım mümkün olduğunca az rahatsız olsun diye, gerçekten. Az sonra tabağımı masama koyuyorum, oturuyorum. Bilekleri dizlerimde, burnu masaya yaklaşık, ona göre bir şey olup olmadığını kontrol ediyor meleğim. Yok. Artık onun sevdiği şeyleri tüketmiyorum. Bölüştüğümüz köfteler seninle birlikte kaldı meleğim, sen gittikten sonra hiç köfte yemedim. Hiç süt içmedim yemin ederim. Kaşar peynir rendeleri gözümü dolduruyor, nerdesin?
Masayı hemen kaldırıp, salona geçiyoruz. Bazen koltuğumda, bazen hemen yanımda uyuyorsun. Bazen ben yatıyorsam, gelip göğsüme yerleşip gurluyorsun ki, ben başka bi cennet tatmadım yer yüzünde. İçim titriyor sanki gurlaman yine tam göğsümün üzerindeymiş gibi. Bazen koltuğunun kenarına gelip elimi hayali bir yükseklikte gezdiriyorum, yokluğunu reddediyorum... üzgünüm.
Saçlarım koltuktan sarkarsa sen, bir yerimi tırnağımla kaşırsam sen, bazen Eren'in kapısının önünde sen, koltuğuna her gözüm değdiğinde sen, balkon demirinde sen, pıt pıtlı naylon patlatırken sen, marketlerde sana yapmak istediğim alışverişler, yatağı toplarken çarşafı yakalamaya çalışan sen, koltuğun alt aksamını iterken seni korkutmaktan çekinmem, bir günün her anında sen varsın, anlatamıyorum ki.
Bazen diyorum ki, tanrı benden ne istedi? Gerçekten, bu ölümle tam olarak neyi edinmeliydim? Seni benden alacaksa da, bunu neden daha az travmatik, kabulü daha kolay bir yolla yapmadı? Veteriner yolundaki dakikaları, kocaman olmuş gözlerindeki bakışları, veteriner masasındaki hallerini GERÇEKTEN GÖRMELİ MİYDİM? O saniyeleri GERÇEKTEN yaşamalı mıydık prensesim? Şehir hayatının insanı ne kadar boğduğunu anladım gittiğinde. Bağırabileceğim bir yere öyle ihtiyacım var ki.
Ah meleğim, seni çok özledim.
Kapıyı kapatıyoruz. Babam hazırlanmaya devam ederken benim yanımdan ayrılıyor Fıstık. Ya odasına gidip yemek yiyecek -ama o gittiğinden beri kapı kapalı- ya da babamı takip edecek neler yapıyor diye, yatak odasına seğirtecek. Gidiyor. Az sonra merak edip yanına gidiyorum, bakıyorum yatağın üzerinde bana bakan gözleri. Tamam, bir şey demiyorum meleğim.
Az sonra babamı uğurlamak üzere yine geliyor koridora. Babam da gidince birlikte salona geçiyoruz. Biraz daha kestiriyoruz, sonra uyanma vaktimiz geliyor. Ben kalkarken Fıstık yerinde yatıyor oluyor, ama ayaklanıp geliyor peşimden. Yüzümü yıkarken yüzümü aynadan, ne yaptığımı arkamdan izliyor hep, yüz yıkamalarım biraz uzun sürdüğünden havluların altına uzanıyor bir süre sonra. Ellerimi silmeye gidince sanki yeşil gözleriyle meraklı meraklı bakıyor, yemin ederim. Ben havluyu buldurana kadar elimden su damlayıp üzerine gelir de kızım rahatsız olursa diye kontrollü yapmaya çalışıyorum hareketlerimi. Sonra da diyorum ki, ödülü bu muydu?
Yüzümü artık pek nemlendirmiyorum. Umrumda da değil yüzüm gözüm, sadece birkaç olmadık kıl kaşlarımın ortasından çıkarsa, bıyıklarım başını alıp giderse onları gideriyorum. Fıstık benimle birlikte mutfağa geliyor. Mutfak tezgahının başında geçirdiğim vakitten yine çok rahatsız, “miyav, miyav, miyav...” susmuyor. Hiç susmasaydı, Allahım... Sessizlik gözlerimi dolduruyor, bazen mümkün olduğunca hızlı yapıyorum kızım mümkün olduğunca az rahatsız olsun diye, gerçekten. Az sonra tabağımı masama koyuyorum, oturuyorum. Bilekleri dizlerimde, burnu masaya yaklaşık, ona göre bir şey olup olmadığını kontrol ediyor meleğim. Yok. Artık onun sevdiği şeyleri tüketmiyorum. Bölüştüğümüz köfteler seninle birlikte kaldı meleğim, sen gittikten sonra hiç köfte yemedim. Hiç süt içmedim yemin ederim. Kaşar peynir rendeleri gözümü dolduruyor, nerdesin?
Masayı hemen kaldırıp, salona geçiyoruz. Bazen koltuğumda, bazen hemen yanımda uyuyorsun. Bazen ben yatıyorsam, gelip göğsüme yerleşip gurluyorsun ki, ben başka bi cennet tatmadım yer yüzünde. İçim titriyor sanki gurlaman yine tam göğsümün üzerindeymiş gibi. Bazen koltuğunun kenarına gelip elimi hayali bir yükseklikte gezdiriyorum, yokluğunu reddediyorum... üzgünüm.
Saçlarım koltuktan sarkarsa sen, bir yerimi tırnağımla kaşırsam sen, bazen Eren'in kapısının önünde sen, koltuğuna her gözüm değdiğinde sen, balkon demirinde sen, pıt pıtlı naylon patlatırken sen, marketlerde sana yapmak istediğim alışverişler, yatağı toplarken çarşafı yakalamaya çalışan sen, koltuğun alt aksamını iterken seni korkutmaktan çekinmem, bir günün her anında sen varsın, anlatamıyorum ki.
Bazen diyorum ki, tanrı benden ne istedi? Gerçekten, bu ölümle tam olarak neyi edinmeliydim? Seni benden alacaksa da, bunu neden daha az travmatik, kabulü daha kolay bir yolla yapmadı? Veteriner yolundaki dakikaları, kocaman olmuş gözlerindeki bakışları, veteriner masasındaki hallerini GERÇEKTEN GÖRMELİ MİYDİM? O saniyeleri GERÇEKTEN yaşamalı mıydık prensesim? Şehir hayatının insanı ne kadar boğduğunu anladım gittiğinde. Bağırabileceğim bir yere öyle ihtiyacım var ki.
Ah meleğim, seni çok özledim.