29 Ağustos 2016 Pazartesi

24. gün

Sabah gözlerimi aralayınca ilk önce koltuğa bakıp kızımı arıyorum. Bu sabah da yok. Ama selamlıyorum. Gerindiğini hayal ediyorum koltuğunda, benimle birlikte uyanıyor. Benimle birlikte geliyor anne babamın yanına. Onlar işe gitmek üzere kahvaltı ediyorlar, ben tabureye oturmuş onlarla sohbet ederken Fıstık da arka soluma yerleşiyor hemen. Zaten halıdaki yeri hemen hemen sabit. Sabahın erken saatinde pek bir şey yemek istemiyor, zaten onu cezbeden bir koku da yok, kıvrılmış olağanca güzelliğiyle yatıyor. Annemle babamı uğurlamak üzere ayaklanıyorum, Fıstık da benimle birlikte ayaklanıyor. Bu ailenin bir parçası olduğunu hep belli eder benim güzel kızım, herkes ondan ayrı bir odada toplanırsa miyavlayıp unutulduğunu hatırlatır, biri giderken uğurlamak üzere, biri geldiğinde karşılamak üzere koridordaki yerini mutlaka alır. Annemi uğurlamak üzere kapının yanına geliyor bu kez benimle birlikte, ama yaklaşık yarım metre gerimde. Uğurlamaya katıldı mı, katıldı, ondan veda seramonileri beklenmemeli.

Kapıyı kapatıyoruz. Babam hazırlanmaya devam ederken benim yanımdan ayrılıyor Fıstık. Ya odasına gidip yemek yiyecek -ama o gittiğinden beri kapı kapalı- ya da babamı takip edecek neler yapıyor diye, yatak odasına seğirtecek. Gidiyor. Az sonra merak edip yanına gidiyorum, bakıyorum yatağın üzerinde bana bakan gözleri. Tamam, bir şey demiyorum meleğim.

Az sonra babamı uğurlamak üzere yine geliyor koridora. Babam da gidince birlikte salona geçiyoruz. Biraz daha kestiriyoruz, sonra uyanma vaktimiz geliyor. Ben kalkarken Fıstık yerinde yatıyor oluyor, ama ayaklanıp geliyor peşimden. Yüzümü yıkarken yüzümü aynadan, ne yaptığımı arkamdan izliyor hep, yüz yıkamalarım biraz uzun sürdüğünden havluların altına uzanıyor bir süre sonra. Ellerimi silmeye gidince sanki yeşil gözleriyle meraklı meraklı bakıyor, yemin ederim. Ben havluyu buldurana kadar elimden su damlayıp üzerine gelir de kızım rahatsız olursa diye kontrollü yapmaya çalışıyorum hareketlerimi. Sonra da diyorum ki, ödülü bu muydu?

Yüzümü artık pek nemlendirmiyorum. Umrumda da değil yüzüm gözüm, sadece birkaç olmadık kıl kaşlarımın ortasından çıkarsa, bıyıklarım başını alıp giderse onları gideriyorum. Fıstık benimle birlikte mutfağa geliyor. Mutfak tezgahının başında geçirdiğim vakitten yine çok rahatsız, “miyav, miyav, miyav...” susmuyor. Hiç susmasaydı, Allahım... Sessizlik gözlerimi dolduruyor, bazen mümkün olduğunca hızlı yapıyorum kızım mümkün olduğunca az rahatsız olsun diye, gerçekten. Az sonra tabağımı masama koyuyorum, oturuyorum. Bilekleri dizlerimde, burnu masaya yaklaşık, ona göre bir şey olup olmadığını kontrol ediyor meleğim. Yok. Artık onun sevdiği şeyleri tüketmiyorum. Bölüştüğümüz köfteler seninle birlikte kaldı meleğim, sen gittikten sonra hiç köfte yemedim. Hiç süt içmedim yemin ederim. Kaşar peynir rendeleri gözümü dolduruyor, nerdesin?

Masayı hemen kaldırıp, salona geçiyoruz. Bazen koltuğumda, bazen hemen yanımda uyuyorsun. Bazen ben yatıyorsam, gelip göğsüme yerleşip gurluyorsun ki, ben başka bi cennet tatmadım yer yüzünde. İçim titriyor sanki gurlaman yine tam göğsümün üzerindeymiş gibi. Bazen koltuğunun kenarına gelip elimi hayali bir yükseklikte gezdiriyorum, yokluğunu reddediyorum... üzgünüm.

Saçlarım koltuktan sarkarsa sen, bir yerimi tırnağımla kaşırsam sen, bazen Eren'in kapısının önünde sen, koltuğuna her gözüm değdiğinde sen, balkon demirinde sen, pıt pıtlı naylon patlatırken sen, marketlerde sana yapmak istediğim alışverişler, yatağı toplarken çarşafı yakalamaya çalışan sen, koltuğun alt aksamını iterken seni korkutmaktan çekinmem, bir günün her anında sen varsın, anlatamıyorum ki.

Bazen diyorum ki, tanrı benden ne istedi? Gerçekten, bu ölümle tam olarak neyi edinmeliydim? Seni benden alacaksa da, bunu neden daha az travmatik, kabulü daha kolay bir yolla yapmadı? Veteriner yolundaki dakikaları, kocaman olmuş gözlerindeki bakışları, veteriner masasındaki hallerini GERÇEKTEN GÖRMELİ MİYDİM? O saniyeleri GERÇEKTEN yaşamalı mıydık prensesim? Şehir hayatının insanı ne kadar boğduğunu anladım gittiğinde. Bağırabileceğim bir yere öyle ihtiyacım var ki.

Ah meleğim, seni çok özledim.

26 Ağustos 2016 Cuma

21. gün - 3 hafta

Bir kedi kaybından bahsettiğinizde insanlar ağız birliği etmişçesine yeni bir kedi edinmekten bahsediyor, inanmak çok güç. Hiç etkileşimde bulunduğu bir evcil hayvanı olmamış kimselerin derinlemesine düşünemeden ve hissedemeden böylesine sığ bir fikir öne sürmesi başta beni şaşırtmamıştı ama kızdırmıştı. Sanki bozulan bir mutfak eşyasından bahsediyorum, yenisini alırsınız da ne demek?
Kaybımın ilk günlerinde beni anlayacak birilerine yemekten sudan daha çok ihtiyaç duymuştum. İnternette kedilerini kaybedenlerin ve benim kaybettiğim şekilde kaybedenlerin yazılarını arayıp okumuş, kaybımı herkesten gizleyip sadece kedi sahibi arkadaşlarımla paylaşmıştım. Kedi sahibi arkadaşlarımın da ezici bir çoğunluğu (ve kırıcı) sokakta onlarca bana muhtaç can olduğundan, Fıstık'ın onlara bakmam durumunda bana minnet duyacağından bahsettiler. Ben kedimi 1 yaşında kaybettim, kedimle 1 kış 1 ilkbahar ve 1 yaz geçirdim, bir sonbaharı tamamlayamadım bile. Benim meleğim her mevsimi 1 kere tattı. Birlikte yıllar geçirmedik, bu çok erken bir kayıptı. Bütün kaderci söylemler, vakit saat meseleleri bir kenarda dursun fakat bebeğimin sokaklarda daha çok yaşayabilecek olma ihtimali aklımın bir köşesinde hep olacak ve kalbimin bir yerlerini hep yaralayacak. Bu sebeple, yeni bir hayata müdahil olmak bana gerçekten korkutucu geliyor ve buna cesaret edebileceğimi de sanmıyorum. Belki savunmasız ya da güçten düşmüş bir minik görürsem bir gün, sokakta bırakmam ölüme terk etmek olacaksa, bir ihtimal ancak o zaman. Ama o zaman da şu zamandan hayli uzakmış gibi hissediyorum.
İnternetten kayıp yaşayanların yazılarını aradığım zamanlar, bir hanımefendinin dokunaklı yazısına denk gelmiştim. Kedisini benim gibi kaybeden ve benim yaşadığım o kahredici süreci bire bir yaşamış, kedisinin kocaman olmuş gözlerinde o bakışı görmüş birisiydi. O da bu önerilere tepkisini dile getirmişti ve onlara Cemal Süreyya'nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum” dizeleriyle karşılık vermek istediğini söylemişti. Yazısının sonuna ismini not düşmüştü, kaybı 7 yıl öncesine aitti ama bu derdimi tümüyle yaşamış kişiye ulaşmak, hiç değilse ne zaman geçeceğini öğrenmek istemiştim. Kızının “o” bakışlarının ağırlığının ne zaman dağıldığını, ne zaman bir kapıyı açtığında ardında kızını hayal etmeyi bıraktığını, ne zaman koltuğundaki karaltının kızı olmadığını kabullendiğini, ne zaman kızıyla olan hatıralarını ciğeri yanmadan hatırlayabildiğini... Kendisi sağ olsun çok duyarlı ve çok canayakın bir tavır sergiledi. Acının zamanla solduğunu ama özlemin hep aynı kaldığını, hala küçük kızını sık sık düşündüğünü söyledi. Ve belki bana acımasızca geleceğini ama acımı dindirecek tek yol bildiğini söyledi, yeni bir tüy yumağı edinmek.
Haydaaa... dedim ilk önce, sonra bu ihtimali düşündüm enine boyuna. Enine boyuna düşünerek geldiğim nokta güçten düşmüş sokaklarda barınamayacak bir kedi edinmek oldu zaten, onun için de en azından 1 yıl geçmesini istiyorum, bu uzak tarih kararı da son günlerde iyice zihnimde oturdu.
Oturduğundan beri de biraz huzur buldum gibi, Fıstığım yine etrafımda gibi ve biraz daha neşeli dolaşıyor gibi. Rüyalarıma da gelecek gibi hatta, benle barışmış gibi, hissediyorum.
Kızımın yaladığı vitamini, kızımın diliyle kutsadığı malt tüpünü, bi başka dikenli dil yalayacak öyle mi?
Yok ya?

25 Ağustos 2016 Perşembe

20. gün

Fıstığımın gittiği günkü her şarkının anlamını bugün keşfediyorum.
Please don't leave me
ve daha da yüreğimi parçalayanı
https://youtube.com/watch?v=wSy_TxOid6k

20. gün

Bugün 2. doz aşımı olmak üzere tekrar hastaneye gittim bebeğim. Hastaneye doğru çıkarken tam 3 kediyi, eve gelmek üzere yukarı çıkarken de platin sitesinin karşısındaki sitede 1 kediyi besledim. Tüm teşekkürler sana, bana kedileri sevdirdiğin için ve Tanrının seni en güzel yerlerde ağırlaması için.
Dönüşte annemin yanına gittim. Hakkında biri bişey sormayagörsün, hemen sesim titriyor. Senin kaybından kimseye bahsetmeye henüz hazır değilim.
...
Bir tümörüm olsaydı, adını Fıstık koyardım.
Hiç değilse ben ölene dek büyürdü ve ömrümüzü birlikte tamamlardık...

23 Ağustos 2016 Salı

18. gün

Cumartesi günü beni ısıran kedi için, üzerinde çip olduğunu ve aşı durumunu teyit edeceklerini söylemişlerdi. Tetanoz aşısını her halükarda olmam gerekecekti ama kuduz aşısını olmam ya da olmamam kedinin aşı durumuna göre belirlenecekti. Cumartesi günü kedi, bakıcısının üzerine yürümesinden ürkmüş olacak ki yanına yaklaşmasına müsaade etmedi. Yemek saatinde yakalayabildiklerini, beni durumdan haberdar edeceklerini söylediler ancak pazartesi gününe dek bir haber gelmedi. Pazartesi günü tetanoz aşısı için aile sağlığı merkezine doğru ilerlerken ben telefon ettim ve kediyi yakalayamadıklarını söylediler. Gayet insan canlısı bir kediydi ki dedikleri gibi yemek saatlerinde yakalamaları da mümkündü, onca öğüne rağmen hala yakalamadıklarını öğrenince yakalamayacaklarını da anlamış oldum.
Kuduz aşısını yaptırmam gerekmiyorsa yaptırmak istemeyişim aşının tam 5 doz uygulanıyor olması sebebiyleydi. Canım tatlı değildir, kızımı kaybettiğimden beri çektiğim her türlü fiziksel acıyı da kefaret kabul ediyor ve çekmeye gönüllü oluyorum, sadece her seferinde gidip gelmenin biraz uğraştırıcı olacağını düşünmüştüm. Aile hekimimize göründüğümde doktor kuduz aşısı da olmamın iyi olacağını ancak kuduz aşılarını yalnızca hastanelerin acillerinde yaptırabileceğimi söyledi. En yakın hastane araçta ve yaya geçireceğim süre olarak toplamda 45 dakika kadar uzaklıktaydı bu yüzden kuduz aşısının gerekliliğini kafamda bir kez daha tarttım. En sonunda yarın bir gün bir kedi daha sevmek istediğimde başıma tekrar böyle şeyler gelmesi ihtimaline karşı, en azından aynı tedirginliği duymamak için yaptırmaya karar verdim. Hastaneye giderken bir kediyi, hastaneden çıktıktan sonra bir kediyi besledim. Sık sık ağlamaklı oldum yolda, sık sık da bağırmaklı. Hemşire aşıları vuracağında da bir an meleğimin aşılar için bekleyişleri geldi ve bir kez daha gözlerim doldu.
Aşılardan önce bir onam kağıdı imzalatılıyor, yalnızca tüm risklerden haberdar etmek üzere. Bizim okulda imzalattığımız onamların aşı için uyarlanmış olanı, bunu bilmeme rağmen okumak benim için ürkütücüydü. Ama itiraf edeceğim, alerji kısmını okuduğumda acaba meleğim ve tanrı bana bir jest mi planladılar diye heyecanlanmadım değil.
- Bu kabul etmiş,
- Bu arkadaşını ayartmış,
- Bu aşıyı vurmuş,
- Bu anaflaktik şok geçirmiş,
- Bu da hadi bana hadi bana eyvallah demiş!

21 Ağustos 2016 Pazar

16. gün

Gördüğüm en garip sevgi şekli, sevdiğin kişinin üzüntüsünü zorbalıkla sonlandırmak veya saf dışı etmek. Ailemin göz yaşlarıma sinirlenmesinin ardından erkek arkadaşım da bugün Instagramında kızımın naif fotoğrafını görüp içimin yandığını söylediğimde, "Silerim böyle yaparsan o fotoğrafı" dedi. Yanlış anlama bebeğim, bunun onun sana verdiği değerle hiçbir ilgisi yok. Bu tehdidin ardından hemen hüznümü içime geri çekip, böyle yaparsa çok üzüleceğimi söyledim.
Geçtiğimiz günlerde internette ölümle baş etme yöntemleri üzerine bir yazı okudum, burada sosyal çevre ile üzüntünün paylaşılması gerektiği, kayıp yaşanmamış gibi davranılmasının süreci uzatacağından bahsediliyordu. Bunlara karşılık çevremin takındığı bu tavır bende susup acımı kendi içimde yaşamamın en anlamlı ve en dingin yas dönemi olacağı fikrini doğuruyor. Sanırım böyle yapacağım, bir kedi gibi acımı dışa vurmayacağım ve -tabii ki manen- gözden uzak bir yerde ölmeye gayret edeceğim :)
Dün kızımın yanına yeniden gittim. Bu kızımla vedalaşmamızdan sonraki 2. ziyaretimizdi, hava bu kez oldukça güneşliydi. Bu kez meleğimle bağ kurabildim ve bol bol konuştum, avcumu öpüp toprağa yapıştırarak kızıma ulaştırdım. Bize yine bir kedi eşlik etti, kızımın aksine tüyleri kısa olan bir tekirdi. Onu dolu dolu sevmek istedim, hiçbir yerini kavramadım ama elimi üzerinde rastgele gezdirirken sanırım göbeğine değdim, hoşlanmadığını elimde bıraktığı diş ve çizik izleriyle gayet açıkça belli etti. Kızımın kibar ve şefkatli tehditlerini özledim.
Bu hafta çok ağladım meleğim, acım sandığımın aksine günden güne solmuyor. Değişmeyen tek şey sabahların ağırlığı. Senin için bol bol dua ediyor ve tanrıdan seni en güzel yerlerde ağırlamasını her gün rica ediyorum. Beni affetmeni isteyip istemediğimden emin değilim, sana verdiğim her üzüntünün kefaretini ödemeyi istiyorum. Anılarımızı not etmeye devam ediyorum meleğim, bazen bir nota tutunup bütün gün kendimi iyi kılmaya çalışıyorum. Yalnız kaldığımda sana sesleniyor, sesleniyor, sesleniyorum. Yalvarıyorum bazen. Galiba seni hala bekliyorum. Bu ölümü doğal karşılayamıyorum. Bunu hak etmek için sebepler arıyorum.
Seni çok özlüyor ve seviyorum meleğim. Sen bana hayatın sunduğu en büyük lütuf olarak kalacaksın.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

12. gün

Meleğim... Sen gittikten sonra kendi üzerimde ya da ev üzerinde yaptığımız herhangi bir değişiklik beni öyle derin bi mahçubiyet ve kedere atıveriyor ki anlatamıyorum, oturup hüngür hüngür bağıra bağıra ağlamak ve senden af dilemek istiyorum.
Ellerimde, tırnaklarımda, saçlarımda, kollarımda hala biraz sen kaldığına inanıyorum ve kestiğim tırnak, aldığım duş, kestirdiğim saç... hepsi dolaylı yoldan seni biraz terk etmem gibi geliyor ve her birini yaparken ölüyorum. "Meleğim, beni affediyorsun değil mi?" diye sorarak yapıyorum ama cevabını bilmiyorum.
Seni çok özlüyorum güzel kızım. Sabahları dayanılmaz oluyor acım. Rüyalarıma hiç gelmiyorsun. Bana küsmedin, değil mi? Seni çok sevdiğimi ve kalbimin hep seninle olduğunu bil lütfen. İpek alnını kediye çok hasret birileri varsa öptür ama, yoksa benim için beklet benim güzel meleğim.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

8. gün

Sen ailemizi şereflendirmeden yaklaşık 1 ay önce, sonradan kendi aramızda Sopa diye bahsettiğimiz başka bir kediyi ailemize katmaya çok yaklaşmıştık meleğim. Sopa senden biraz küçük, siyah-kahverengi ve kirli görünümlü, senin aksine çok sırnaşık bir kediydi. Sen tıpkı benim gibiydin, pek çok konuda. Sopa Platin Sitesinin yanından başlayarak aynı akşam içinde hem Eren'e hem anneme hem bana eşlik etmiş ve nihayetinde sitemizin bahçesine kadar gelmişti. Eve çıktıktan sonra kapının önünü gösteren kameradan baktığımda onun kapının önünde beklediğini görmüştüm, bir süre bekledikten sonra boynunu eğip arkasını dönüp gitmişti. Onun o gidişini ne zaman hatırlasam içim burulmuştu ve ömrümce görebileceğim en saf ve en acıklı gidişin o olduğuna inanmıştım. Senin gidişini görene kadar.
Meleğim. Gidişini sık sık hatırlıyor ve kalbimi tonlarca yükün altına sık sık sokuyorum. Panik merak ve sadakat dolu bakışların, boğazını temizleyişin aklımdan asla gitmiyor. Bir sürü keşke ve bir sürü acabayla olasılıkları zorluyor ve kendimi suçlamanın başka yollarını buluyorum. Acaba diyorum, yerimden kalkarken Fıstık diye bağırsam, durup beni bekler miydin? Acaba kapının önünde çiçek olmasa, benim yanıma gelir miydin ya da geldiğimi görüp bekler miydin ya da ben senin yanına daha çabuk gelebilir miydim? Acaba odam düzenli olsa, dolapların tepesinde gezinir ve diğer tüm aktivitelerden vazgeçer miydin? Acaba o gün tüm gün seni takip edebilir miydim?
Acaba'lar var oluş itibarları ile, aslında olmamış ya da olup olmadığı bilinmeyen şeyleri artlarına aldığından, olmamış ya da yapılmamış ya da “yapmadığım” şeylerin her biri, bi pişmanlık dalgası olarak var gücüyle kalbime çarpıyo.

Kadere sığınmak sanırım bu durumlar için bir çözüm ve en kolay yol. Ama ben ne senin kaderinin, ne de kendi kaderimin böyle olmasını kabullenemiyorum.
Dün gidişinin birinci haftasıydı meleğim. Her şeyi saat saat tekrar yaşadım. Gece sabaha kadar süren ve sabaha karşı uzun zamandır oynadığın mavi silgiyi paramparça yapmanla sonlanan oyunun, mavi silginin kalan parçasını halının altına sokuşturuşun sırasında bana bakışın, bakışmamız. Uyandığımı görünce kendini bana sevdirmeye gelişin. Sabahında yatakta Kedili Bir Hayatta okuduğum Hills İdeal Balance mama, ve acaba 1 yaşını yeni dolduran minik kızıma yetişkin mamalarına geçiş ağır gelir mi düşüncem. Eren'le ikimize kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçişim. Hazırlık sırasında sızlanışın ve konserve mama ile seni mutlu etme sohbetimiz ve planımız. Kızartma yaparken beni daraltman, çok daraltman... (son günlerde mutfak taşına geçmemizle ilgili derdin neydi miniğim?) Eren'in yanına bırakmam ama orada durmayıp yanıma tekrar gelmen, seni balkona bırakıp kapıyı yanıma gelemeyeceğin kadar aralık bırakmam ve senin ordan bana seslenişlerin. Perdenin iplerini kapının aralığından senin olduğun tarafa uzatışım ve minik oyunumuz, az sonra kıyamayıp seni yanıma almam. Sos yaparken her nasılsa yağlı-sulu salçanın hoşuna gitmesi ve mavi plastik kabı koklayıp yalamaya niyetlenmen ama yalamana müsaade etmemem. (Bilsem ederdim meleğim, özür dilerim) Yemek sırasında çok umrunda olmayışımız ve biz Eren'le sofraya geç geldiği için tartışırken uslu uslu sol yanımda uyuman.
Kahvaltıdan sonra, benimle birlikte salona gelip yine uyuman. Ben bilgisayarla ilgilenirken, bilgisayarın ekranının ardına bacaklarıma geçip uyuyuşun. Normalde şarkılardan hazzetmezsin ama, o sırada girdiğim bir bloga eklenmiş çalan Yann Tiersen müziğinden memnun görünmüştün. Sonra sol bacağım ve koltuğa yaslanarak, resmen ikiye katlanıp uyumuştun. Bu beni güldürmüştü.
Sonra sıcaktan bunalmış olacaksın ki üzerimden kalktın, ama uyumaya devam ettin. Ben gündüz uyuyup geceyi yine oradan oraya tıkır tıkır sesler çıkararak geçirme diye, uykunu biraz açmak istedim. Alacalı köpük topunu attım ama çok az oynadın, hatta sadece elini uzatsan değeceği mesafedeysr tenezzül etmiş de olabilirsin. Yere düşürdüğünde hadi al dercesine miyavladın. Bir kez alıp tekrar attım, yine çok açılmadan ilgilendin. Sonra tekrar yere düşürüp tekrar yine al miyavlaması yaptın. Sanki rolleri değişmişiz gibi:) Fıstık Hanım atıyor, ben getiriyorum. İdare edildiğimi anlayıp tekrar atmadım. Yanına geldim, biraz boğuşmamız için seni bunaltmaya rahatsız etmeye çalıştım. Belki canlanırsın diye. Öyle saf bi şaşkınlıkla baktın ki "Bunu neden yapıyorsun?" diye, bi taraftan da elimi ısırarak, yaptığımdan mahçubiyet duydum. Çok boğuşasın yoktu, ben de zorlamadım.
Sonrası kötü anımız. Sonrası acıklı gidişin.

Dün misafirler geldi bize. Yıkanmak zaruri hale geldi özürlerimi duymuşsundur umarım. (kollarımı öpüp öpüp öpüp) Geldiklerinde de bambaşka bi tokat patladı yüzümde. Ara ara odama, yanına gelmeye duyduğum ihtiyaç ve orda olmayışın. Birkaç kere. Yokluğunun binbir perspektifi varmış meleğim, sanırım hepsini sırayla göreceğim.
Seni çok seviyorum.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

5. gün

Bir depresyona mı gebeyim yoksa yalnızca anılar konusundaki takıntılı halimin bir sonucu mu bilmiyorum ama kaza gününden bu güne hiç yıkanmadım. Kaza günü kızımı taşıdığım, onla temas etmiş kollarımın kızımdan arınacağı düşüncesi bana hüzün ve korku veriyor. Onu öpmüş dudaklarımı ve olay günü burnuna sürekli sürdüğüm burnumu mezarını ziyarete gittiğim gün karşısında düzgün olabilmek adına temizlemiş olmaksa, çaresiz bir pişmanlıktan başka bir işe yaramıyor. Tırnaklarım iyiden iyiye uzadı ama onu son seven halimi zedelemek ve tırnaklarımı kesmek istemiyorum. Ailem kaybımızı takip eden 2. günde eşyalarını kaldırmak konusunu açtı ancak buna kesinlikle hazır hissetmiyorum. Bu işi kokusunun odamızı terk etmesine erteledim, ve ne yazık ki o da odayı gün be gün terk ediyor.
Yarım bıraktığı maması hala tabağında. Yeri değişen tek şey, o gün mutfakta olan ve kızımla paylaştığım sütün ardından tertemiz bıraktığı kırmızı kase. O da diğer kapların yanına geldi. Bir de kumunda kalmış kakaları temizledim, o bile zor geldi. Meleğimin kokusu evi gün be gün terk ediyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum.
Ona dair tek yapabildiğim evin muhtelif yerlerinde bıraktığı kırçıllı tüylerini özenle toplayıp bir kutunun içinde biriktirmek.
Benim minik prensesimin naif tüyleri. Onu kaybettiğimiz ilk gün, şu şehir efsanesinin gerçek olmasını dilemiştim. O sırada vücudumda büyüyen bir kistin olmasını ve hiç değilse kızımdan geriye, bende bir şeyler kalmasını. Yine de, umuyorum ve sanıyorum ki, midemin kaydadeğer bir yerinde, en azından boncuklu toplu iğne başı kadar, tüy topağı biriktirmişimdir.
Buralardan gitmek, gözümü her çevirdiğim yerde canlanan anılarını da terk etmek, daha kötüsü döndüğümde bu anıları da bulamayacağımı hayal etmek beni ürkütüyor güzel kızım. Döndüğümde senin koltuğunun başka bir yöne bakıyor olması, üzerinde gezdiğin dolabın yerinde olmaması, hatıralarınla ve tırnak izlerinle taçlandırdığın örtülerin artık orda olmaması. Benim için kederlerin en derin yerinde, yeni bir oyuk açılması gibi.
Sen dünyanın en mülayim kedisiydin meleğim. Evimizin hiçbir yerini çizmedin, mutfak tezgahına çıkmaya bir kere bile yeltenmedin. Mutfak masasına birkaç kez çıktın ama, sana yasaklı yerleri hep bildin ve hiç diretmedin. Kaçışın için hiçbir yol olmadıkça çizmedin hiç, birine zarar vermektense hep kaçmayı tercih ettin. Tatlı yiyeceklerden hiç hazzetmedin ama yemek isteseydin de paylaşmaktan şeref duyardım bebeğim, ev yemeklerine de et dışında pek tenezzül etmedin. Hiçbirimizi çizmedin, üzmedin, kusacağın vakitleri haber verdin, tuvaletinin dışına bir kez bile işemedin. Misafir geldiğinde odana çekilip uyudun, sen bir insanın karşılaşabileceği en ideal kediydin. O yüzden meleğim, geçen gün arkadaşım hayatıma dönmemin gerekliliğinden ve senin beni öyle görmek isteyeceğinden bahsettiğinde verdiğim cevap gibi; senin bana yukarıda saydıklarımın her birini muhafaza etmesem de gücenmeyeceğini bilmeme rağmen, tüm bunları terk etmek benim içime sinmiyor.

Gittiğinden beri sevdiğin şeyleri yemekten imtina ettim. Zaten bir şey yemek de içimden gelmedi, genelde domates ve ekmek yiyorum. Doyuyorum. Biraz bitkinim, erken saatlerde uyuyorum. Rüyalarıma seni bekliyorum ama gelmiyorsun. Rica ediyorum meleğim, arada bir de olsa, uğra.