31 Aralık 2016 Cumartesi

148. gün

Unutamayacağım bir yıl olduğu kesin.
Sen gitmesen, her şey nasıl olacaksa olsa... umrumda olmaz.

22 Aralık 2016 Perşembe

139. gün

Canımın içi, Ordu Akkuş'a atandım! Dün belli oldu, sen gittiğinden beri hayatımda böylesine iyi bir gelişme olmamıştı. Hem sana uzak olmayacak ve sık sık ziyaretine gelebileceğim, hem de ailemi sık görebileceğim. Buraya bir buçuk iki saat uzaklıkta bir yer.
Allahıma şükürler olsun. Sen gelsen ülkenin en ücra en korkunç yerine bile giderdim ama, sen burdayken gidebileceğim en iyi yerlerden birine gidiyorum. Seni çok seviyorum benim küçük prensesim. Benim minik meleğim. Bitanem.

20 Aralık 2016 Salı

137. gün

Rüzgar esiyor, esiyor, estikçe içimdeki ateş harlanıyor.
Annemin günü benim için çok zor oldu. Odamı toplamak çok güçtü, ertelediğim yüzleşmelerin her birinin o kadar dar vakitte yapılmak zorunda olması bana biraz ağır geldi. Zaten dönem olarak da duygularımın yoğun olduğu bir zamana denk gelişi, benim için her şeyi daha da zorlaştırdı.
Fakat meleğim, fark ettim ki misafirler varken artık odamı ziyaret dürtüsü duymuyorum. Odada değilsin, özgürsün...

Sıcak su torbasından bahsedecektim, ilginçti benim için. Havalar soğudu Samsun'da, kar yağdı. Ben de bu yüzden hala henüz yavru olan aşağıdaki bebekleri sıcak tutmak istemiştim. Geceleri evlerinde kalıyorlar ama yalıtımı bir yere kadar oluyor, biraz da ısınmaları için aklıma sıcak su torbası geldi. Kar yağdığının ertesi günü yollara düştüm annemlerin sıcak su torbamızı aldığı yerden almak üzere, yaklaşık 35 dakikalık filan bir yürüme mesafesi. Ama tabii o soğukta. Karlı havalarda şık olan insanlara hep imrenmişimdir, yine annesi tarafından kışa çıkarılan, kat kat giyinmekten kolları havada kalan bebekler gibi giyindim çıktım. Ailemin parasını harcayacak olmaktan ayrı muzdaribim, soğuktan ayrı.
Neyse, yolun yarısını aşmıştım ki, yerde bir sıcak su torbası gördüm. Bildiğin sıcak su torbası. Hani her gün yerde görmediğimizden. Sıcak su torbası. Bir bahçede ya da kaldırımda da değil, arabaların yolunun kenarında, üzeri biraz karlarla kaplanmış. Şaşırdım. Aldım, içi boştu, belki patlak filan olduğundan atmışlardır diye düşünerek hemen yakındaki okulda su doldurdum, sapasağlamdı. Ben de o parayla birkaç sokak kedisine daha yaş mama alıp dağıttım. Sinop-Samsun yolundaki Carrefourun ardı kedi cennetiymiş meğer, içlerinde öyle güzelleri de var ki. O minicik patileriyle o karlara bastıklarında içim gidiyor.

İşte böyleydi sıcak su torbası meselesi. Eve gelince hemen üzerine bir kılıf diktim, hem vücutlarını yakmasın hem de bir sebeple kirlenirse temizliği kolay olsun diye. Koyduğum sıcak su 3-3,5 saat sıcak kalıyor. Biraz işe yarıyorsa ne mutlu bana.

Bana bu sevgiyi aşıladığın için sen bir kahramansın. Sen gözümün nuru, gönlümün en naif köşesisin. Sen benim bitanemsin. Seni çok özledim.

17 Aralık 2016 Cumartesi

134. gün

Bu pazar annemin misafirleri olduğu için yanına gelemeyeceğiz, bu yeterince üzücüyken, odamı toplamak zorunda olmak benim için çok ağır oldu. Sen gittiğinden beri dokunulmamış odanın her köşesini toplamak anılara bulanmak demekti, seni orada görmek ve kahrolmak.
İstedim ki bir çığlık atayım, ve sanki bi kabusmuş gibi yatağımdan doğrulayım. Oh diyeyim kabusmuş, sana sarılıp sarılıp ağlayayım. Sana sarılıp. Dişimi sıkıp attım çığlıklarımı, sonra aşağı inip biraz kedi sevmek istedim iyi gelir sanarak.
Havalar çok soğudu, kediler artık genelde onlara yaptığım evde vakit geçiriyorlar. Havalar soğuduğu için, bazen ben de yanlarına sıcak su indiriyorum. Evlerinin içine bir sıcak su torbası koydum, onun içindekini yeniliyorum. Sıcak su torbasını temin etmem çok ilginçti meleğim, belki de bir ara anlatırım.
Seni çok özledim gözümün nuru, canımın içi. Keşke seni döndürmenin bir yolu, Allahla bir pazarlığı olabilse. Bir şeylerimi versem, belki kendimi, ve minik bedenin tekrar dolaşabilse dünyamızda, minik akciğerlerine kocaman bi nefes dolabilse. Benim küçüğüm, benim canım...

---

Allah der ki; Kimi benden çok seversen onu senden alırım...  Ve ekler : "Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım. 
Ve Mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar. Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya. Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur... "Düşmem" dersin düşersin, "Şaşmam" dersin şaşarsın.
En garibi de budur ya, "Öldüm" der durur, yine de yaşarsın...

28 Kasım 2016 Pazartesi

115. gün

Benim güzel miniğim, benim prensesim, benim kalbimin en derin yeri, ben ne yaptım?
Senden uzağa adım atmak için ayağımı mı kaldırdım, yoksa sana sarılıp götürmek için üzerine mi eğildim, ne yaptım ben? Bilmiyorum...
Birinci sıraya Ordu Akkuşu, ikinci sıraya Malatya Arguvanı, üçüncü sıraya Ardahan Posofu, dördüncü sıraya Ardahan Damalı, beşe Çıldır altıya Hanak ve son sıraya Sakarya Kocaaliyi yazdım. Ne yaptım ben Fıstık? Hakkımda hayırlısı olsun. Uzaklaşırsam, ziyaretlerim seyrelirse bil ki mecburiyettendi, ben seni hep çok sevdim. Benim için hep ama hep en ve en özel olarak kalacaksın.
Bana sunduğun tüm mutluluklar için, bana bahşettiğin duyguların tümü için Allah binlerce kere senden razı olsun ve seni çok mutlu etsin. Seni çok özledim, seni çok seviyorum benim küçük prensesim.

27 Kasım 2016 Pazar

114. gün

Dostum dostum, güzel dostum...
Bu ne beter çizgidir bu
bu ne çıldırtan denge...
yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe...

24 Kasım 2016 Perşembe

111. gün

Dün akşam bebeklere yemek götürmeye indiğimde Tahin'i göremedim, halbuki kendisi oranın demirbaşı ve yemek kokusuna ya da psi psi sesine en duyarlısıdır. Ne kadar seslendiysem bir yerlerden çıkıp gelmedi, ben de en sonunda onun yemeğini başka bir kediye verdim. Onu havalar ısındığı için buraya yazdığım günden beri almamıştım hiç eve, çünkü havalar yeniden ısınmıştı. Yeni oluşan kemikleri güneş görsün, şu koşup oynayabileceği havaların tadını biraz daha çıkarsın istemiştim. Onu göremeyince içime binbir telaşla büyük bir özlem doluverdi, hemen ertesi gün hava iyi olmasına rağmen eve almaya karar verdim, yani bugün. Onu çağırırken diğer kedilere yemek vereyim diye bir şeyler hazırladım, küçük kıza geçen gün aldığım yaş mamayı hazırlayacağım için heyecanlıydım. Seslendim, seslendim, yine gelmedi.

Son yemek verişimi hatırladım. Dün değil önceki gün, annemi hastaneye götürüşümüzün ve aldığı serumun bitişiyle ancak saat 10'da eve gelişimizle, ben sadece kahvaltıyla dururken, bir şeyler yemeden önce onlara yiyecek hazırladım. Anne babam kızacağından ve annem hasta olduğundan, neredeyse koşarak yanlarına gidip tabağı koyup hemen ayrıldım. İkisi de aynı tabağa yöneldiklerinden, alelacele Tahin'i sağ elimle diğer tabağın üzerine bıraktım sadece. Bu. Ne şahane bir veda. Bi başını bile okşamamışken... Kedilerle vedalaşmama verilmeyen izin, beni gerçekten çok yaralıyor.

Tahin eve geldiği günlerde bana unuttuğum bazı şeyleri hatırlatmıştı. Bana koşulsuz duyduğu güvenin ve yanımdaki huzurunun dışında, ben mutfakta bir şeyler hazırlarken uzanıp izleyişi, Eren geldiğinde halıda yattığı yerden konuşmalarımızı takip edişi, bir şeyler hazırlarkenki rahat bırakmayışları. Ne kadar da sendi. Seni ne kadar da çok özlemiştim. Yasaklı yere çıktığını yakaladığımdaki bakışları, kucağımda benimle kahvaltı edişi, pembe tüneline yerleşişi, koridor halısında patilerini kaşıyışı... Ah be Fıstık. En dokunaklısı, polar battaniye yerine, yumuşaklıktan hayli uzak olan atkımı seçmiş olmasıydı. Onu sevmiştim.

Marketçi dün akşam göremediğimde sorduğumda, buralardaydı demişti. Bu sabah görmedim dedi, bu akşam bütün gün görmedim dedi. Annemle babam sabah işe giderlerken yokuştan aşağı bir kadınla bir adamın bacakları arasına dolana dolana inen, siyah bi kedi gördüklerini söylediler, bilmiyorum Tahin miydi... Eğer bir terslik olmazsa yarın çıkıp civarda arayacağın, bir insan aldıysa çok mutlu olurum ama kaybolduysa geri getirmek istiyorum. Etraf tehlikeli, başına bir şey gelmesinden korkuyorum.


22 Kasım 2016 Salı

109. gün

Kedi evini tamamladım. İçine üç de polar yastık yapıp koydum.
Niye böyle özledim?
Doktor reçeteye metpamit yazdığından mı, arabaya sol tarafından bindiğimden mi?

20 Kasım 2016 Pazar

107. gün

Ölmemişliği anlamlandırmak, yaşamı anlamlandırmaktan çok zor.
Hele şu anki gibi bir işim yokken, hiç kimsenin hayrına bir şey sağlayamıyorken, bu yaşta ve tüketmekten öte yaptığım ihmal edilebilecek kadar çok az şey varken.
Sana kavuşmamak çok zor.

Seni çok özledim benim küçük prensesim. Bugün yanına geldim, ağladım, ağladım. Kedilerin yanına inmedim. Bazen yanına geldiğimde, annem babam olmasa, ve kimse bana mani de olmasa, bütün gün orda olsam, mezarının hemen yanındaki toprağa uzanıp, kolumu üzerine atsam. Sana sarılmış gibi, bütün günümü geçirsem. Güneş vursa, şu koşullarda olabilecek en mutlu halim olurdu. Toprağına yine öpücükler yapıştırırdım ellerimle sık sık. Ah benim meleğim, benim kalbimin en derini, benim bitanem. Sen hep en kıymetli kalacaksın.

19 Kasım 2016 Cumartesi

106. gün

Sen gittikten sonra... şarkı söylemeyi bıraktım. Dinlediğim şarkılar bir elin parmaklarını geçmez oldu, Mirkelam-Hatıralar, Bin cefalar etsen almam üstüme türküsü, Sezen Aksu-Gidemem, Ahmet Kaya-Kendine İyi Bak.
Sen gittikten sonra, sokaktaki kedileri hatırladım. Sana fip getirirsem diye okşamaktan korktuğum kedileri okşadım, okşadım, seni aradım. Evin altına yerleşen anneyle dört yavrusuna nerdeyse her gün yemek verdim. Bi gün aşağı bi indim, hep yattıkları yerde beyaz-gri bi bebek. Aşağıdaki markete ekmek getiren arabanın tekerine sığınmış, o da alıp aşağıdaki markete getirmiş. Marketçi belki emzirir diye Gümüş annenin yanına koymuş ama, Gümüş anne öyle rahatsız olmuş ki dört yavrusunu da alıp gitmiş. Yine de yemek yemek üzere eski yerine uğradığında, Parmak kız anne arayışında olduğundan Gümüş'e her yaklaşmaya çalıştığında, karşılığının KHH'lama ve pataklama olduğunu gördüm. Evinde 7 kedisi olan güvendiğim bir teyze, eğer orada bırakırsam sabaha çıkamayabileceğini söyledi. O akşam için eve aldım, besledim mavi polarını serdim, izin verdikçe sevdim. Ertesi sabah teyzenin referansında cerrahi veteriner kliniğine bıraktım, her yere ilan açıp sahip aradım, sağ olsun teyze birilerini buldu. Fotoğrafını attı, omuzlara tırmanmış öpücük vermekteydi Parmak kız.
Gümüş anne marketin yanına geri taşınmıştı ki, bir gün bir köpeğin onları keşfetmesiyle yine yer değiştirmek durumunda kaldı. Taşındığı yer insanların ulaşımının zor olduğu bir yerdi, bi süre sonra tekir kız ile smokinlerin birini görmez olduk. Sadece kara kızla bi smokin geliyodu yemek için. Bir akşam beslerken, kara kızın gözlerinin iltihaplandığını gördüm. Yaklaşık 1 hafta, gazlı beze sürdüğüm terramycin ve eczaneden aldığım gentagut damla ile, gözlerini iyileştirdim. İlk gün gözlerine daha iyi isabet ettirebilmek için kucağıma almakla hata ettiğimi fark etmem (ilk gün gözü hafif çapaklanmış smokine de damlatmıştım, söz konusu olayın faili de o) boynumda derin çiziklere mal oldu. Annemler görüp kedilerle irtibatıma mani olmasın diye, pek havası değilken boğazlılarla gezdim. Kara kıza uyguladığım bu tedavi, kendisinin benden hala kaçmasına sebep olduysa da, belki hayatına eşdeğer bir kazanç olduğundan, bunun için daha az üzülüyorum. Sonra zamanla, smokin yavru da kayboldu. Günlerden bir gün, besleme için aşağı indiğimde, kara kız koşarak yanıma geldi ve bu beni çok şaşırttı. Bir derdi var sandım, bir de baktım ağzının kenarında bir beyaz-sarılık... Herhalde biri süt verdi, yediği bir şeyin bulaşığı diye düşündüm. Sonra bir de baktım, yanımdaki aslında kara kız değildi. Her nasıl olduysa, bi minik bebek daha gelmişti bahçemize. Anne ondan da çok rahatsız oldu, hatta nispetle büyük olan yavrular ve anne, her teke tek denk geldiklerinde, bu yeni misafiri pataklamaya kalktı ama, misafir yılmadı. Gümüş anne patakladığında kaçtı ama diğer yavrular patakladığında cüsse olarak küçük olmasına rağmen karşılık verdi. Bu yeni misafire, siyahın arasına karışmış tek tük sarılıklarından dolayı, Tahin adını verdim. Tahinin küçük cüssesi yanında şaşırtacak büyüklükte bir karnı vardı, bu yüzden onun için endişelendim. Kendisi hem çok sırnaşık hem de insanlarla barışık olduğundan, bir gün onu da mavi polara sardım ve veterinere götürdüm. Pazarın içinden geçerken aldığı balık kokusunu saymazsak, oldukça usluydu ve hep yolu ve insanları takip etti. O gün sularına karıştırmak için eczaneden de b vitamini kompleksi aldık ama, iğrenç koktuğu için bir seferle sınırlı kaldı suya katışımız, o seferkini de zaten döktük. Veteriner karnının şişliğinin iç parazitlerden kaynaklandığını söyledi, iç parazit hapını içirdik. Bu Tahin için çok rahatsız edici bir deneyimdi, veterinerin sonraki kurmak istediği temaslarda arka iki ayağının üzerinde durup, ön ayaklarıyla resmen dokunuşlarına karşı koydu, komikti... Elif Hanıma gitmeyi göze alamadım meleğim. Alamadığım iyi olmuş. Tahin gerilim dolu dakikalarının ardından, kucağıma geldiğinde öyle rahatladı ki, gözlerini kapatıp sızar gibi oldu. Ben de daha önce duyduğum alerji vakalarından, içtiği hapın alerji yaptığını Tahinin o an ölmekte olduğunu sandım. Tansiyonum düşer gibi oldu, gözüm karardı... Kalan bilincimle panik halinde veterinere noluyo diye sordum, veteriner ne ne oluyor dedi, gözleri kapanıyo falan diyince masaya bırakın dedi, bırakınca Tahin paytak paytak yürümeye başladı koca karnıyla. Ben ağlamaya başladım. Çıkınca daha çok ağladım. Tahin dişiymiş. Gerçekten de birkaç gün içinde karnı küçüldü. Bana göre hala biraz büyük olsa da o hallerinden küçük. Kedilere hep evde hazırladığım şeyleri veriyorum, tabii protein değeri yüksek ve seveceği şeyler, haşlanmış yumurta, kızarmış köfte filan gibi. Bazen konserve mama alıyorum, birkaç gün arayla verdiğimde yarım hafta veya bir hafta ancak gidiyor tabii. Hem tembel günlerim için hem de çeşitlilik olması için, hem de aslında biraz veteriner arkadaşım bunların yavrulara ağır gelebileceğini söylediği için, onlara kuru mama alacaktım. Marketçi Okan Bey Tahini eve götürmeyi planladığını söylediği için almadım. Zaman geçip de Tahin kızın hala buralarda olduğunu görünce, götürmekten vaz mı geçtiğini sordum. Meğer götürmüş ama "Annem çok caz yapınca getirmek durumunda kaldım" dedi. Ben de tekrar mama almak üzere cerrahi veteriner kliniğini aradım ama, promosyonlu mamalar bitti dedi. Kendim çalışmıyorken babamın parasıyla promosyonsuz mamalardan alamam... Bu hafta havalar birden soğudu. Açıkçası sokakta olan bütün hayvanlar içimi çok acıtıyor. Seninle geçirdiğimiz vakitte bunu hiç fark etmemiştim. Ne bencilmişiz, değil mi Fıstık? İlk kez, hiç kış görmediğin için, seni eve getirmiş olmakla biraz da iyi bir şey yapmış olabileceğim fikri belirdi. Yine de bilemiyorum. Umarım ömrünü kısaltmamışımdır benim ciğerimin parçası. Dün ve önceki gün, Tahin'i gizlice eve aldım. Annemlerin işte olduğu süre boyunca. Annemler gelmeden de geri bıraktım. İnsana yanaşmaya ve bir eve girmeye tek müsait olan o olduğundan böyle oldu, yoksa diğerlerine de kapıyı açardım elbette. Tahin ev yaşamını sevdi. İlk gün neyin ne olduğunu pek anlayamadıysa da, dün yemeğini yedikten sonra önceki gün su içtiği yere gidip suyunu içip, sonra da gelip mutfakta iş yaparken beni izleyeceği şekilde halının üzerindeki atkıma yerleşti. Dün ve bugün, bir karton kutu, birkaç strafor plaka, bir koli bandı edindim, kediler için -inşallah- bir ev yapacağım. Umarım marketçi için ve sitedekiler için bir mahzuru olmaz. Aslında bunca aydır kedilerin sitede bulunması bir huzursuzluk yaratmadığına göre evin de yaratmaması lazım diye düşünüyorum ama insanların sağı solu belli olmuyor. Dua edelim.

İşte sen yokken hayatımın kedili perspektifi böyleydi Fıstık. Gümüş kız bazen kucağıma yatıp kendini sevdiriyor, hatta geçen gün kucağımda uyuyakaldı. Tahin zaten....
Bir sokak kedisinde seni aramak var ya, bu hep böyle böyle gider mi meleğim?

16 Kasım 2016 Çarşamba

103. gün

Fıstık...
Fıstık...
Gözümün bebeği, ciğerimin köşesi, canımın parçası...
Hey, Fıstık...
Kulağını oynatma, başını kaldır yüzüme bak, o yeşil gözlerini bi göreyim, nolur.
Fıstık...
Fıstııık...
Bebeğim?
Güzel kızım benim, meleğim?
Benim aşkım?
Fıstık?
Bi hı de prensesim?
...
...
......
Fıstık...

***

Fıstık... Sana yazmadım diye birbirimizi kaybettik ya da terk ettik sanma sakın. Senle konuşmadığım bir gün bile olduysa, bir sonraki nefesimi alamayayım. Şuracıkta ölüvereyim de, geleyim yanına artık ya.
Bir günüm bile seninle konuşmadan geçmedi. Kafamda da değil Fıstığım, çoğunlukla sesli. Evde senle sohbet ederek, sana seslenerek, bazen cevap umarak. Çoğunlukla ağlayarak. İlk iki ay her gün ağladım ama, artık ağlamadığım günler de oluyor. Yine de haftanın 3 günü ağlamadıysam, 4 günü ağlıyorum kesin.
Fıstık... Hem varsın hem yoksun, bu öyle acımasız bi durum ki. Ne sensizim ne de sana doyabiliyorum, dokunamadığım sevdiğime, elimin kolumun bağlılığına gözyaşı dökebiliyorum ancak. Sana bir şarkı yazmaya başladım. "Ah benim canım kedim, neler geldi başına? Kimlerden merhamet diledin boşuna? Bana doğru ürkek ürkek yaklaşışına bugün bile canım yanar, sen bilmezsin. Çok mu görüldü sana bir rahat nefes? Bana çok mu görüldü göğsümde mırıl mırıl ses? Binbir umutla yarını beklerken herkes, ben o günde mahsur kaldım, sen görmezsin." Seni çok özledim Fıstık.
Ölümünün 100. günü pazara denk geldi, yanına gelebildik. Bana iyi geldi, seni çok özlemiştim. Gittiğinden beri 2 hafta gelemedim yanına sadece, birinde sınava girmiştim diğerinde de anne babam anneannemlerin yanına gitmişti. İşte Fıstık, atanırsam da o küçücük bedenin yapayalnız oralarda bekler, bekler, beklerse diye öyle üzülüyor ve öyle çaresiz hissediyorum ki... Seni bırakıp gidecek miyim? Allahım....
Bir de aşağıdaki kediler var. Her gün onlara bir şeyler veriyorum, onlar ne yapacak?
Fıstığım... Çok özledim seni. Artık kendimi daha çaresiz hissediyorum.
3 gündür spor yapıyorum ama, serotonin adına hiçbişeye de rastlamadım vücudumda, ilk gününde sana bir özlem+gözyaşı atağı, bugün bi yenisi... Umarım çok mutlusundur Fıstık... Senin adına ve senin sayende bir sürü kedinin hayatına dokundum, bir kediyi kör olmaktan kurtardım, bir kediyi sahiplendirdim, yemek bulmayı unutmayacakları şekilde her gün de besledim. Tüm teşekkürler senin olsun. Sen beni çok mutlu ettin, Allahım da seni çok mutlu etsin. En güzel yerlerde ağırlasın. Ve nolur bizi bir kere daha karşılaştırsın Fıstık. 

20 Ekim 2016 Perşembe

76. gün

Bugün içimde sana karşı tarifi imkansız bir özlem var. Çokluğundan değil, zaten hep çok, ama bu özlem her zamankinden çok çaresiz.
Her şeyi kabullendiğim gün bugün mü, ne dersin?

17 Ekim 2016 Pazartesi

72. gün

Merhaba benim canımın canı... Merhaba güzeller güzelim... Merhaba tatlı dillim... Seni yine çok özledim.
Geçtiğimiz 1 haftada neredeyse ağlamadım. Acım bitmiş, sen de ardımda kalmış değildin. İçimde kocaman bir boşluk, sanki bir karadelik tüm hislerimi soğurmuş... O korktuğun elektrikli süpürgeler, kalbimin zihnimin bir köşesine tutunuvermiş ve vvhuuuup ne var ne yok çekmiş. Kocaman bi hiçlik. Ne iyi, ne kötü şeyler hissedemediğim bir hafta.
Tüm bu hissizlikse yanına gelene kadarmış. Bugün yanına geldiğimde hiç beklemediğim bir duygu yüküyle bolca ağladım. Bir haftada kaybettiğimiz bağın orada tekrar kurulduğuna ve eve benimle döndüğüne inandım. Bu belki de Berkayın haftasonu burada olmamasından ve yine birlikte olduğumuz yerlerde yatabilmemden ileri gelmiştir (hala odamda yatamıyorum) Berkaya her şey için ayrı ama anı alanlarımızı istila ettiği için ayrı bir antipati duyuyorum...
Bugün yanına geldikten hemen sonra, peşimizden iki bey daha geldi. Benden tahminen beş yaş büyük iki bey. Meğer yanında yeni beliren toprak tümseğinde yatan bebeğin adı Maya'ymış. Komşun... Ayın 8'inde kaybedilmiş. Henüz çok yeni... Bey efendi kaybediş şeklini anlattıkça, benim de o anılarım diriliverdi.
Maya kısırlaştırılmış bir kedi olmasına rağmen ve evin camlarında sineklik olmasına rağmen, düzenekle birlikte onuncu kattan aşağı düşmüş. Olay gece saati olmuş ve bey efendi onu en sarsan şeylerden birinin kedisinin kollarında can vermesi olduğunu söyledi. Bir de bana sorsun... Evde 2 kedisi varmış ama Maya onun için bambaşkaymış. Böyle bir hikayeyi dinleyince de insan yazgıyı yeniden sorguluyor meleğim. Maya kediyle iyi anlaş ve onun ortama alışmasına yardımcı ol, olur mu? Kendini topluluk içinde savunmaya dikkat etmeye yine devam ediyorsun... Unutmazsam bir ara, sana bir parmak kızdan bahsedeceğim.
Lütfen benimle kal benim küçük prensesim. Seni çok seviyorum, benim yaşama sevincim.

16 Ekim 2016 Pazar

72. gün

Keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
o saat aklımdan ölene kadar silinse.
Hatırladıkça midem bulanıyor.
Keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
keşke
...

7 Ekim 2016 Cuma

63. gün

Sen yokken ne kadar da sefilim Fıstık. Benim için sefalete sensizlik yetiyor. Sen varken kendimi hiç bu kadar yalnız, bu kadar fakir, bu kadar mutsuz hissetmiyordum. Elimdekileri seninle ve senin için çoğaltmaya çalışıyordum. Seninle olduğumuz dönemde henüz öğrenci olduğumdan ve önümüzde daha yılların olduğunu sandığımdan babamdan aldığım parayla sana oyun düzenekleri, kedi evleri, pahalı oyuncaklar alamamıştım. Zaten senin en sevdiğin en çok oynadığın oyuncak lacivert silgi olarak kaldı. Uzmanlık sınavına girdiğimde, o paketin içinden o lacivert silgi çıkıverince, içimden bir şeyler koptu.
Senin için internetteki kendin yap projelerini taradım, keçe oyuncakların içine koymak için her yerde catnip aradım, bi kutu bulup içine polar mavi atkıyı koydum üstüne yün bi kazak gerdim, kendimce kedi evi yaptım. İkimiz de küçük şeylerle mutlu olduk ve küçük şeyleri büyük şeyler yapmaya çalıştık. Zenginlik belki de buydu. Zenginlik senin gibi küçücük bir şeyin, böylesine büyük ve böylesine sonsuz bir mutluluk kaynağı olmasıydı. Ve ben şimdi gerçekten sefilim.
Sana o oyun düzeneklerinden alamamış olmak yine de içimi hep yaralayacak. Ne kadar kanaatkar, ne kadar da mutlu bir kediydin. Bazen yine de durup diyorum ki değmez miydi? Değerdi, bin kere değerdi, milyon kere değerdi... Ama vaktimizin bu kadar kısa olduğunu bilemedim, koşulların daha uygun olmasını bekledim, affet beni meleğim...
Affet beni güzel gözlüm...

4 Ekim 2016 Salı

59. gün

Benim güzel meleğim... bugün benim doğum günümdü. Bu kadar gözyaşı döktüğüm ve bu kadar eksik hissettiğim bir doğum günüm daha olmamıştır. Bugünü seninle geçirmeyi o kadar çok isterdim ki.
Seni kaybımı dün oyun blogumda dile getirmiştim. Biri bana hiç kedisi olmadığından böyle bir durumda nasıl yardımcı olunabileceğini bilmediğini ama Inside Out filmini izlememi söyledi. Üzüntünün de neşe ve güzel duygular kadar gerekli olduğunun, tüm duyguların bir arada uyum içinde bulunmasının optimum psikolojiyi sağladığının anlatıldığı bir animasyon filmiydi. Genel olarak duygusaldı, bu yüzden zaten duygusal olduğum bu günde başından sonuna ağladım.
Sanırım benim de bir kedi ada'm vardı, sen gidince de yıkıldı. Temel merkezde kontrolü üzüntü ve korku ele aldı.
Bugüne girerken facebook hesabımda seninle ilgili bir paylaşım yapıp senin bana hissettirdiklerini ve bu hislerin her biri için Allaha ve sana duyduğum minneti yazdım. Kendimi ne kadar şanslı hissettiğimi, beni seçtiğin için ne kadat mutlu olduğumu, seninle geçirdiğim her an için ne kadar müteşekkir olduğumu yazdım. Bu yaşımda gelip, bu yaşımda gittin. Bir yaşımı taçlandırdın, pırıl pırıl  ettin. Teşekkür ederim.
Seni çok seviyorum ve hep seveceğim.

1 Ekim 2016 Cumartesi

57. gün

Sen gittikten sonra bilumum hayvan hesabını takip etmeye başladım sosyal medya üzerinden, ama bunların ezici bir çoğunluğunu kedilere ayrılmış olanlar tutuyor. Takip ettiğim instagram hesaplarının bazıları birilerinin düzenli olarak baktığı kedileri ile ilgili paylaşımlar; onların günlük hayatlarından kesitler, fotoğraflar ve videolar. Bazıları ise sahiplendirme için açılan hesaplar ve yardıma muhtaç kedi ve köpekler için yapılan duyuruların toplandığı yerler. Aslında bu hesaplarda genellikle İstanbul ve Ankara paylaşımları yapılıyor, aslında bir kedi edinmeye de hiç niyetim yok, bu hesapları neden takip ettiğimi hiç bilmiyorum. Burada bu konuyu tekrar açmadığım dönemlerde yeni bir kedi edinmek konusunu daha detaylı düşünüp kararımı özümsedim. Herhangi bir kedinin bu eve gelip Fıstıkın anılarının üzerine oturması fikri, bana kesinlikle kabul edilemez geldi ve bu konuyu artık tümüyle kapattım.
Bir yere atanırsam, buradan bağımsız bir evim olduğunda ise kedi edinme fikrine sıcak bakıyorum. Bu sefer, bir bacağı olmayan ya da bir gözü görmeyen, hayattan yediği çalımın üzerine insanlar tarafından da talep edilmeyen bir veya birden çok, hatta birbirlerine arkadaş olmaları için birden çok kedi edinmeyi diliyorum. Belki iki gözü görmeyen bir kedi de olabilir. Yine de Fıstıkın yaşadığı evimizde, Fıstıkın anılarının da hep yaşamasını istiyorum.
Aslında bunun çok küçük bir payı olsa da, atanabilmeyi yine kedilerle ilgili sebeplerle çok diliyorum. Buraya yakın, kızımın mezarına yine sık gidip gelebileceğim bir mesafede ve bir gelir sahibi olarak yaşamak. Gördüğüm hesaplardaki yaralı miniklerin ameliyat-bakım masrafları oluyor, bazıları öyle yürek parçalıyor ki yardımcı olabilmeyi çok diliyorum.
Hem sokaktaki kedilere yardım ederken, hem herhangi bir güzel bir şey yaparken, Fıstığımın beni görmesini ve şöyle demesini istiyorum: "İşte benim insanım!"

30 Eylül 2016 Cuma

56. gün

56 gün ya, koskoca 56 gün. 8 hafta. 2 ay. 12 aydan bir tanesi daha. Günler geçiyor ve ben belki de bir şeylere yarıyor umudu ile ilerlerken, aslında hiçbir şeye yaramadığını bir kere daha görüyorum. Son 3 gündür seni çok arıyor ve çok özlüyorum canım meleğim. Seninle ömrümüzün çoğunu kapalı havalarda geçirdiğimizden, kapalı havanın olduğu bir sabaha uyanmak canımı kat be kat yakıyor ve sonbahar geldi... Gidilir miydi be kızım...
Binanın altındaki marketin yanına, bi anne kedi yavruları ile birlikte yerleşmiş. Üç gün önce Eren kahvaltı için ekmek almaya gittiğinde görmüş. Aslında o güne kadarki günlerde her gün çıkıp kedi besledim, ama görmemişim, senin mamanı paylaşıp afiyet ve senin adına teşekkür diledim küçük kızım, umarım rızan vardır. Ama yarım kalmış paketini asla kimseyle paylaşamayacağım. Ah, Pro Plan 400 gramlık mamalar. 400x2'lik paketlerden tam 5 kutu almıştım.. 5. Ah Fıstık, ne desem acımı anlatamam.
Marketin yanındaki kedilerin varlığından haberdar olmadan bir gün önce bir hissi çok özlemiştim Fıstık. Eve yaş mamayla gelme hissi, evden yaş mama almak üzere çıkmak hissi, ‘bugün onu mutlu edeceğim’ hissi... Tramvay yoluna kadar iniyordum normalde kedi beslemek için, kırtasiyenin karşısındaki sitenin bahçesinde sarı benekli 3 kedi var. Desenleri o kadar benziyor ki, bir süre aslında onları 1 tane sanmıştım. Sonraları ziyaretlerim sırasında 3 tane olduklarını anladım. Bu beni tek şaşırtışları olmadı, devam eden ziyaretlerimden birinde de yavru sandığım 6-7 aylık miniğin, aslında bir anne olduğunu fark ettim. Yavrular bir böcek gibi duvarın altına nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde girip orada saklanıyor insanoğlunun her türlü tehlikesinden. Yaşasan kaç kızgınlıkla daha baş etmeye çalışmış olurduk meleğim? Neyse... Anne hali beni etkiledi ve her zamankinden düzenli gitmeye başladım beslemek için. Sanırım bu düzen onları yakın bulmama sebep oldu. O gün o konserve mama özlemimi de onlarla gidermek, kendimi yatıştırmak istedim. Kapları falan ayarlayıp koydum sırt çantama, bir şişe su, kuru mama paketi... Veterinere gitsem annemle babamın işten dönüş saatine kadar eve dönemeyebilirdim, bunun bir takıntı olduğunu düşünüp bazen geriliyorlar, daha çok da babam... O yüzden marketlerden almaya karar vermiştim. Makromarkette sadece Bonnie diye bir marka vardı, 415 gramlık koca bir konserve kutusu var. Alsam birkaç kediye fazlasıyla yeter diye düşündüm önce, sonra da dedim ki kızıma yedirmediğim bir şeyi bu kediciklere de yedirmeyeceğim. Migrosa kadar inip Felix mama aldım 2 tane. Sheba adında bilmediğim bir marka, Felix, Bonnie, Champion ve Whiskas markaları vardı. Shebayı o zamana kadar duymamıştım ama aynı gün eve döndükten sonra tesadüf eseri takip ettiğim yabancı instagram hesaplarının birinde gördüm. Nihayetinde içlerinden kızımın yediği Felix vardı ve ben de onu aldım. Üç kedinin olduğu bahçeye ulaşana kadar 2 kediyi daha kuru mamayla besledim. Bahçeye ulaştığımda ne kadar çağırdıysam da gelen kedi olmadı, ben de eninde sonunda gelir umuduyla ama aynı zamanda ya gelmezse tedirginliğiyle, mamanın yarısını ayarladığım kaplardan birine boşaltıp yavruların yakınına bıraktım. Bir kaba da su doldurdum. Kalan yarımı da az ileride Fıstığımın bana geldiği bahçede denk geldiğim, beni ağlatan tekirle paylaştım. Eve çıkarken bir kedi görüp seslendim ama arabanın altına kaçtı, ne kadar seslendiysem de çıkmadı. O kadar ki onu çağırırkenki sesime uzaklardan bir tekir koşup geldi. İkinci paketin yarısını ona koydum, bir de baktım ki memeleri kocaman. Bu ara ortalık anne dolu Fıstığım. Bir dakika içinde bitirdi koyduğumu, koca memelerinin de hatrına, kalan yarımı da ona verdim, diğer kediler bakadursun. Hemen afiyetle yedi, ben de sonrasında da acıkırlarsa diye kuru mama da bırakıp uzaklaştım.
Yine de itiraf etmem gerekir ki, özlemimi asla gideremedim, aynı şekilde hissedemedim, hatta kuru mamadan farklı bir şey hissedemedim meleğim. Sen bambaşkaydın...
Ertesi gün evimizin hemen altındaki anne ve kedilerle karşılaşmak büyük bir şans oldu benim için. Tekir anne kendini sevdirmeye çok istekli, ama o senin gibi safi tekir değil, beyazlı alanları da var. 4 yavrusu var, biri kapkara ki en hareketli en cingözü de bu, ikisi siyah beyaz biri smokin gibi, biri de safi tekir. Siyahın hareketliliği onu tatlılaştırmasa, içlerinde en tatlısı safi tekir olan, zaten benim en sevdiğim kediler de o türler. Allah hepinizi korusun. Çoğu hareketi yeni öğreniyorlar, birbirleriyle boğuşmaları, zıplaya zıplaya yürümeleri öyle komik ki... Yavrulara hiç dokunmadım, hiç yönelmedim bile anne rahatsız olmasın ya da beni tehlike olarak görmesin diye. Günde 2 kere, bir sabah bir akşam inip anneyi seviyorum. Boynunu, başını, burnunu kaşıyorum, dikelttiği kuyruğunu okşayıp indiriyorum. Bazen çok keyfe gelip yere yatıp göbeğini açıyor, kızarmış memeler çıkıveriyor ortaya, yine de göbeğine asla dokunmuyorum, malum göbek temasından 6 iğne yedim. Bitti bütün aşılarım meleğim. Tek doz tetanozun 2-3 yıllık koruyuculuğu varmış, devam edersem ona edeceğim. Onu da takvimince tüm dozları ile olursam doğurganlık süresi boyunca koruyuculuğu olacakmış. Yine de o kadar sancılı bir aşıydı ki devam etmek isteyip istemediğimin kararını henüz netleştirmedim. Göbek teması demiştim... Sanıyorum ki göbeğini açıp yattığında bile tek istediği boyun kaşıtmak oluyor, patileriyle elimi tutup başına götürüyor bazen de ısıracak gibi naif tehditlerde bulunuyor. Bu bana seni hatırlattı ve çok dokunaklı geldi. Benim canım kızım...
O kadar keyiflenmesine rağmen hiç gurladığını duymadım annenin, sadece bu sabah, sanki gurluyor gibi bir titreşim hissettim sırtını okşarken. Bilemiyorum. Benim canım kızım nasıl da göğsüme yatıp gurlardı...
Öyle işte canım kızım. Sensizlik çok zor. O beyaz benekli diline ah nasıl bir özlem içindeyim. Çığlıkları geride bıraktım derken nasıl yenilerini biriktirmekteyim... Sen mükemmel bi kediydin, sanırım ben seni hak edemedim. Beni bağışla. Beni seçtiğin için sana hep müteşekkir kalacağım. Tanrıya şükredeceğim. Seninle geçirdiğim her bir gün için. Yine de ne biliyor musun meleğim, yine de kabullenemeyeceğim...
Bazen mutfak tezgahında iş yaparken aniden dönüp yerine bakıyorum oradaymışsın gibi. Orada olmadığını biliyorum, bunu bana yaptıran da ne bilmiyorum. Alışmışlık mı, yoksa bir umut mu? Her şeyin bir kabus olabileceğine dair hala sakladığım bir umut... Yoksa gözümde canlanan siluetle özlem gidermek mi? Bilmiyorum. Umarım çok mutlusundur Fıstığım. Umarım Allah seni ennn güzel yerlerde ağırlamaktadır, bunu tüm kalbimle diliyorum. Ve öldüğümde sana yeniden kavuşabilmeyi.
Seni çok seviyorum ve hep seveceğim. Kalbimin en özel yerinde kalacaksın.

21 Eylül 2016 Çarşamba

47. gün

Benim meleğim, benim bal kızım, benim güzel gözlüm... Nasılsın? Mutlu musun, her şey tam da istediğin gibi mi, en güzel yerlerde ağırlıyor mu seni tanrım? Bütün dualarımda bunu diliyorum cennet kokulum.
10 gün yazmadım diye seni unuttum sanma sakın. Her gün aklımdasın, gözümde canlanan hayallerde, göz pınarlarımda, yanaklarımda ve nihayet ellerimde. Seni düşünmediğim çok az vakti var günün, hala her gün senin için göz yaşı döküyorum sektirmeden. Sen hiçbir yere gitmedin, ben seninle konuşmayı da kesmedim, kalemi elime alamadım sadece.

O gün anneannemlere doğru yola çıkmışken senin yanına da geldik. Şehir ötesine Özge ile gittiğimizden seni ziyaretimize o da ortak olmuş oldu. Rüzgarın esiş yönünden midir bilemiyorum, o ziyaretimizde mezarlığa gelen pek de hoş olmayan bir koku vardı, o yüzden annemler rahatsız olup uzakta durdular, bu benim işime geldi. Yine seninle içimden geldiği gibi konuştum, yine bol bol gözyaşı döktüm ve rahatladım, yine öpücüğümü iliştirdim. Her seferinde "gelecek sefer unutmayayım" diyip her gelecek seferde de mutlaka unuttuğum peçeteyi, beni çağırdıklarında Özge verdi. Siyah, kalın bi peçete. O gün yola devam edeceğimizden, ziyaretin kısa olmasını istiyorlardı ve seninle zaten haftada bir olan ziyaretlerimin böylesine kısıtlamalar altına girmesi, beni daha istekli ve daha duygusal yaptı. Nihayetinde yine bana yetmeyen fakat onların talebinden uzun süren bir ziyaretle, seninle özlem azalttım -ama gideremedim- Pek kedi de sevemedik, ayrılıp yola devam ettik.
Mezarlıktan ayrılıp şehirler arası yolu bulacağımız sıra hava biraz daha ısındı. Yolu bulmak biraz zorlu oldu, dereleri tepeleri aşarken de bir köy gördük, adı Bilmece. Bu bizi biraz eğlendirdi, işte yolumuzu oraya düşüren de sen, bir yolculukta yüzümüzü güldüren de...

Yılın ilk mandalinasını yedim, yol boyunca da kabuklarını kokladım, araba tutmadı sayesinde. Derken dedemlerin evine vardık. Arife günü, bayramın 1 ve 2. günleri boyunca orada kaldık, 3. günün sabahında hep birlikte döndük. Kalabalık içinde acımı yaşamaya fırsatım olmuyor, ama bunun acıyı silikleştirdiğini asla söyleyemem. Yalnız kaldığım anlarda yine sana sesleniyor, yatağıma yattığımda yine gözyaşı döküyorum. Bastırdığım üzüntümü, uygun ortam oluştuğunda olağanca şiddetiyle tekrar karşımda buluyorum. Oradaki 2. gecemde (13 Eylül) rüyama geldin ilk kez, bir mutlu uyandım ki sorma. Ama öylece durdun; ne yaklaştın, ne de ben yaklaşıp seni sevebildim. Bir aynada seni ve kendimi gördüm, ama bir tabloda gibi, hiç hareket etmedik. Bu kadar geldiğin için bile minnetarım benim güzel meleğim. Harika bir bayram hediyesiydi...

Bayramın 3. günü, döndüğümüzde çok garip bir şey oldu. Ercan ile buluşmaya gidiyordum ve günlerdir gideremediğim özlem dolayısıyla çok duygusaldım. Adını seslenerek tramvay yoluna doğru iniyordum ve sanki bir yerlerden çıkacakmışsın gibi hissediyordum, karanlıkta bana bakan bir çift göz arıyordum resmen. Seslenirken sesim çatallanmaya, titremeye başladı ve nihayetinde seninle karşılaştığım yere de yaklaştığımda, ağlamaya başladım. Gözlerim seninle karşılaştığım yerdeki demirde, ağlarken birden bir çift göz gördüm, tam da karşılaştığımız zamanki büyüklüğünde, bir tekir yavrunun gözleri. Senle karşılaştığımızdan beri -sen gitmeden önce de- her geçişimde gözlerimle o bahçeyi tarıyordum ama hiç kedi olmuyordu. Bu karşılaşma bana büyük bir sürpriz oldu. Gülümseyip teşekkür ederek yoluma devam edip, daha çok ağladım...

Döndükten sonra perşembe günü Ercan abinle bir kez, pazar günü de dayımla bir kez yanına geldik. Ercan'la ziyaretimiz biraz acele oldu. Ulaşımımız taksi ileydi ve çok uzatamadık. Ziyaretimizde ilk kez mezarlıkta biriyle karşılaştık, Efe köpeğin insanıymış. Efe ile görüşmesi bitip ayrılırken, bize de baş sağlığı diledi amca. Teşekkür ettik, kedisinin mi köpeğinin mi olduğunu sormak istediğimde köpeğim değil evladımdı diye söze girdi. 8 yaşındaydı, 8 yılda 8 dakika ayırmamışımdır yanımdan dedi. Trafik kazası ile kaybetmiş. O kadar yakınımı kaybettim, annemi, babamı, eşimi dostumu, hiçbiri beni bunun kadar etkilemedi dedi. Her hafta gelip ziyaret ediyormuş. Barınağın içinde araba kullanımı mümkün değil, mezarlığa çıkan yokuşu yürüyerek çıkmak gerekiyor. Bunu bazen gözü kesmeyip, arabasıyla tel örgünün ötesine gelip, oradan duasını edip gidiyormuş. Aslında bey efendiyle karşılaşmamız Ercan'ın beni anlaması ve üzüntümü abartmadığımı görmesi açısından iyi oldu. Anne-babamlayken karşılaşmış olsak, muhtemelen "bir başka takıntılı daha" der, geçerlerdi. Ziyaretimiz sırasında görevli, bir haftaya kadar mezar taşlarının da geleceğini söyledi, heyecanlandım. Aslında mezar taşının monte edileceği girinti, şimdilik suluk gibiydi kuşlar için. Ben kızımın mezarına başka suluklar yaparım. Çiçekler ekerim. Pazar günkü dayımla ziyaretimizde bir duygu yoğunluğu yaşayamadım, seninle irtibat kurmuş gibi hissedemedim kendimi meleğim, aralığın kısalığından mı, yoksa sen mi bana eşlik etmek istemedin bilemiyorum. Ama o ziyareti gerçekleştirmem şarttı çünkü bir sonraki pazar günü sınav için Ankara'ya geçeceğimden yanına gelemeyecektim. Sana bunu haber verip, beni mazur görmeni istedim ve af diledim. Anlayışla karşıladığına eminim, normal şartlar altında seni asla yalnız bırakmayacağımı biliyorsun. Dayımla vaktimiz boldu, kedilerle bol vakit geçirdik. Beni ısıran kedi o sefer de bize eşlik etti, ipek gibi tüyleri, bana seni öyle anımsatıyor ki. Yine bol bol okşadım sevdim, istediği kadar ısırsın, oradan bir kedi edinecek olsam onu edinirdim. Ben de böyle biriyim işte... Ziyaretimizin ardından yol üzerindeki çay bahçesinde durup doğayla iç içe çayımızı da içtik ve döndük.

İşte böyleydi günlerim Fıstığım... Bazen yanımda olduğuna emin oluyorum ki sana müteşekkir oluyorum, bazen yokluğunu en net haliyle görüp kahroluyorum, ama her günümde olduğunu mutlaka bil bal bebeğim. Seni çok seviyorum.

11 Eylül 2016 Pazar

37. gün

Gözlerimde kırmızı kemik gözlük, saçım yukardan toplanıp çirkin bi topuz yapılmış. Altımda siyah bi eşofman, üstümde lila gövdeli mor kısa kollu, üzerinde flower yazan bi pijama üstü. Ayağımda beyaz babet, kucağımda bi kedi.
Bi metal masa üzerinde, hala ipek gibi tüyler, hala sıcacık bi beden. Cevapsız kalan çığlıklarım.
İşte hayatımın en büyük travması.

37. gün

Bugün senin yanına geleceğiz meleğim! Yine toprağını okşayacağım, yine sana değeceğim, ah tatlım benim. Bugünlerde yine üzerime bir hüzün oturdu. Evde yalnız kaldıkça seninle konuşuyorum, ne olacak bu halimin sonu hiç bilemiyorum.
Bugün bayram arifesi, geçen bayramı Ercan'ların yanında geçirmiştin meleğim hatırladın mı? Biz seninle bir bayram bile geçiremedik. Hoş, burada pek tanıdığımız olmadığından bir bayram gününün bizim için diğer günlerden çok da farkı olmazdı. Tanıdığımız olsa ve gelen giden olsa da sen memnun olmazdın. Ah benim güzeller güzelim.
Bayram için anneannemlerin yanına gideceğiz, sonunda bağırabileceğim bir yere kavuşacağım Fıstığım. NEDEEEEEEN diye bağıracağım, NEDEN? NEDEEEEEEN?! Dağlar taşlar bana tekrar neden diye cevap verecek, bilmiyorum bu kadar soruyla nasıl baş edeceğim.
Seni çok özledim güzel kızım. Sen benim en kıymetlimsin, seni beklemeye devam edeceğim.

7 Eylül 2016 Çarşamba

33. gün

Dediğim gibi, bunu hak etmek için sebepler aradım ve aramaya devam ediyorum. Hata ettiğim, ayıp ettiğim, kırdığım kişileri hatırladım ve onlardan özür diliyorum. Benim canım kızım, gittikten sonra bile beni temizlemeye ve ruhumu dinginleştirmeye devam ediyorsun. Dikenli dillerini sevdiğim melek...

6 Eylül 2016 Salı

32. gün

Meleğim, merhaba. Keşke beni bu blogda karşılayabilsen, şakaklarını, yanaklarını sürsen merhabama karşılık, kuyruğunu dirençle kaldırıp, sırtın boyunca okşayarak indirmemi beklesen. Ah bebeğim, hiç değilse burada...
Birkaç gündür sürekli yazmak istiyordum ancak bir türlü yaşadıklarımı yazıya dökecek fırsatı bulamamıştım. Kendimi seninle zaten sürekli irtibat halinde hissediyorum. Pazar günü gidişinin üzerinden tam 30 gün geçmişti, yanına gelebilmek bana bir nebze daha iyi hissettirdi. Her geldiğimde toprağını okşadığımdan mı, yoksa toprak altında da gerçekleşen (ah) olaylarla mı bilmiyorum, toprağın giderek düzleşiyor. Hava sıcaktı, kurumuştu toprağın, göz yaşlarımla ıslattım, umarım ferahlamışsındır. Öpücüğümü bıraktım, o da toprakları aşıp değmiştir yanaklarına umarım. Ah benim bal kızım, böyle mi hasret giderecek, böyle mi birbirimize tutunacaktık?
Henüz hiçbir eşyana dokunamadım ama bana vedalaşması en zor şey, kumun gibi geliyor. Yeni geldiğin zamanlarda, ilk kez bir kediyle olmam ve o kadar küçük halinle o titizliğini, patilerinin ve bedeninin minikliğine rağmen gösterdiğin o çabayı görmek bi an tam kalbime dokunmuştu. Yaratıcının varlığını sende hissetmiş ve gözlerimin önündeki bu mucize karşısında büyülenmiştim. Teşekkür etmiş ve Allahtan sana uzun bir ömür dilemiştim, yemin ederim. Sanırım bu yüzden, şu an da patilerinle kutsadığın o kumla vedalaşmak benim için çok güç. Onu kapalı bir fanusta muhafaza etme kararı aldım. Bu yüzden geçtiğimiz aşı günümde tek başıma ve geçtiğimiz salı günü annemle bazı yerlere baktık. İçimize sinecek bir fanusa ne yazık ki henüz rastlayamadık.
Dün 4. doz aşımı vurulmak üzere yeniden hastaneye gittim. Bu arada meleğim, alışveriş sitemizin verdiği mamalar bitti ve artık sokaktaki dostlarına senin açılmamış mamalarından vermeye başladım. Ah... Bu verirken içimi burmuş ama şu an yazarkenki kadar çok yakmamıştı. Dün ayın 5'iydi, sen gideli 1 ay olmuş oldu Fıstık koskoca 1 ay. Bir yılın on ikide biri olan bir ay. Bu bir aydan on iki tanesini art arda yaşarsam bir yıl eder Fıstık ve ben bir tanesini tükettim, sensiz. Sensiz! Acım o kadar taze ve kalbimdeki yangın öyle harlı ki, takvimlerden ve insanlardan uzakta yaşasam, yemin ederim ölümünün yalnız birkaç gün önce olduğunu düşünürüm. (ah) İçim dün nasıl yandı, saat 7'den 8'i yine nasıl zor buldu, anlatamam.
Eve annemle birlikte döndüm. Tramvaydan indikten sonra kırtasiyenin karşısındaki bahçedeki yavru sarman kediye senin mamandan ikram ettim. Babam bizi marketlerin yanından aldı ve birlikte yukarı çıktık. Her şey iyiydi. Ağlamıyordum. Zaten kimseyi kızdırmamak için, acımı ulu orta yaşamamaya artık gayret ediyorum. Yemek saatinde bir sohbet ederken, babamın patronunun kırdığı onca cevize karşılık yaver giden şansından söz açılmıştı, esprili bir ortam vardı, ben de sadece bir cümleyle, üstelik sesimin de titremediği bir cümleyle, "Ben de burada Fıstığımın başına bunlar neden geldi diye düşüneyim" minvalinde bir cümle kurdum. Annem gülüp geçti, babam konuyla alakasını anlamak üzere cümleye odaklandı. Ben de olan biteni benim ya da kızımın hak etmesi için aradığım sebeplerden bahsettim. Başta şefkatli gibiydiler, doğumu sırasında annesi ölen çocuklardan, 1 yaşında bir kazayla yetim ve öksüz kalan çocuklardan, yakınların ölümünün hak edilen bir şey olmadığından bahsettiler. Konu onun için yapılabileceklerin yapılmış olmasına geldi ve babam giderek gerildi, en sonunda beni bu 1 ay içinde en yaralayan cümleyi kurdu: “Belki de öldürerek Allah o kediyi senden kurtardı”
Belki de ertesi gün ruhu, ayakları yere basan bir başka kedide hayat buldu diye devam ediyordu cümle. Biri o an kafama, kalbime bir balta indirse, ancak o kadar şok olur ve ancak o kadar acı duyardım. Kedinin evde bir nevi hapis olduğunun bahsi daha önce de çok kere açılmıştı ancak bu cümle, tüm yaşanmışlıkların ve tüm anıların üzerine tüküren, bir canı yakabileceği kadar yakan bir cümleydi. Üstelik ağızdan kaçmış bir cümle de değildi, akabinde 2 kere daha, aynı cümleyi aynı kelimelerle kurdu.
Bu hissettiğim suçluluğa bambaşka bir boyut ekledi. Kızımın o mülayim ruhunu hapsetmiş, daraltmış, bunaltmış ve incitmiş miydim? O naif bedenini Allah benim yüzümden mi incitmiş, o küçücük bedene benim yaptıklarım yüzümden mi kıymıştı? Bebeğimin eve geldiği günkü fotoğraflarına baktıkça kahroldum. O minik o masum gözlere, ah bebeğim her şey benim yüzümden mi oldu?
Annemle babam komşularımıza gittikten sonra bu düşüncelerle seni kaybettiğimden beri belki de ilk kez bu kadar dolu ve bu kadar çok ağladım. Yemin ederim o güzel ruhunu daraltmayı hiç istememiştim, sana bir tasma almıştım biliyorsun gezmemiz için, kullanamadan gittin. Ama yine de çok özür dilerim. Seni ne fiziksel olarak ne de ruhen, incitmeyi hiç istemedim canım kızım. Benim biricik bebeğim, benim meleğim, benim güzel gözlüm, eğer öyleyse beni affet. Ah kalbimdeki yangının tarifi yok, benim güzel çiçeğim. Prensesim benim. Ah...

3 Eylül 2016 Cumartesi

29. gün

Kızım beni bugün de karşılamadı.
Bekledim, yemin ederim bekledim...

2 Eylül 2016 Cuma

28. gün

Benim meleğim, benim canımın canı, nasılsın? Keyfin yerinde mi, yolunda mı her şey, mutlu musun orada? Korkaklığını attın mı, kaynaştın mı diğer arkadaşlarınla bebeğim? Kendini ezdirmedin değil mi, hırpalatmadın, zaten gidişin canımı yakıyor dahası olmasın nolur, kıyamam. Uslu uslu yalaştınız mı güzel kızım, seviştiniz mi arkadaşlarınla, oyunlar oynadınız mı? En sevdiğin yemekler hep yanındadır ve dileğince uyuyabiliyorsundur umarım.

Ben seni çok özledim meleğim. Başımı gövdene koyup yattığımdaki, karnından gelen sesleri özledim. Islak ellerimi kıyafetime sildiğimde elime yapışan tüylerini, seni öptüğümde dudaklarıma firar eden tüylerini... Kumunu eşeleme sesini özledim meleğim, mamanı yerken çıkardığın katur kutur sesleri, mama yerken kapıda beliren gölgeni özledim. Rüyamda o gölgeyi görür gibi oldum, sonra heyecanımdan uyandım...

29 Ağustos 2016 Pazartesi

24. gün

Sabah gözlerimi aralayınca ilk önce koltuğa bakıp kızımı arıyorum. Bu sabah da yok. Ama selamlıyorum. Gerindiğini hayal ediyorum koltuğunda, benimle birlikte uyanıyor. Benimle birlikte geliyor anne babamın yanına. Onlar işe gitmek üzere kahvaltı ediyorlar, ben tabureye oturmuş onlarla sohbet ederken Fıstık da arka soluma yerleşiyor hemen. Zaten halıdaki yeri hemen hemen sabit. Sabahın erken saatinde pek bir şey yemek istemiyor, zaten onu cezbeden bir koku da yok, kıvrılmış olağanca güzelliğiyle yatıyor. Annemle babamı uğurlamak üzere ayaklanıyorum, Fıstık da benimle birlikte ayaklanıyor. Bu ailenin bir parçası olduğunu hep belli eder benim güzel kızım, herkes ondan ayrı bir odada toplanırsa miyavlayıp unutulduğunu hatırlatır, biri giderken uğurlamak üzere, biri geldiğinde karşılamak üzere koridordaki yerini mutlaka alır. Annemi uğurlamak üzere kapının yanına geliyor bu kez benimle birlikte, ama yaklaşık yarım metre gerimde. Uğurlamaya katıldı mı, katıldı, ondan veda seramonileri beklenmemeli.

Kapıyı kapatıyoruz. Babam hazırlanmaya devam ederken benim yanımdan ayrılıyor Fıstık. Ya odasına gidip yemek yiyecek -ama o gittiğinden beri kapı kapalı- ya da babamı takip edecek neler yapıyor diye, yatak odasına seğirtecek. Gidiyor. Az sonra merak edip yanına gidiyorum, bakıyorum yatağın üzerinde bana bakan gözleri. Tamam, bir şey demiyorum meleğim.

Az sonra babamı uğurlamak üzere yine geliyor koridora. Babam da gidince birlikte salona geçiyoruz. Biraz daha kestiriyoruz, sonra uyanma vaktimiz geliyor. Ben kalkarken Fıstık yerinde yatıyor oluyor, ama ayaklanıp geliyor peşimden. Yüzümü yıkarken yüzümü aynadan, ne yaptığımı arkamdan izliyor hep, yüz yıkamalarım biraz uzun sürdüğünden havluların altına uzanıyor bir süre sonra. Ellerimi silmeye gidince sanki yeşil gözleriyle meraklı meraklı bakıyor, yemin ederim. Ben havluyu buldurana kadar elimden su damlayıp üzerine gelir de kızım rahatsız olursa diye kontrollü yapmaya çalışıyorum hareketlerimi. Sonra da diyorum ki, ödülü bu muydu?

Yüzümü artık pek nemlendirmiyorum. Umrumda da değil yüzüm gözüm, sadece birkaç olmadık kıl kaşlarımın ortasından çıkarsa, bıyıklarım başını alıp giderse onları gideriyorum. Fıstık benimle birlikte mutfağa geliyor. Mutfak tezgahının başında geçirdiğim vakitten yine çok rahatsız, “miyav, miyav, miyav...” susmuyor. Hiç susmasaydı, Allahım... Sessizlik gözlerimi dolduruyor, bazen mümkün olduğunca hızlı yapıyorum kızım mümkün olduğunca az rahatsız olsun diye, gerçekten. Az sonra tabağımı masama koyuyorum, oturuyorum. Bilekleri dizlerimde, burnu masaya yaklaşık, ona göre bir şey olup olmadığını kontrol ediyor meleğim. Yok. Artık onun sevdiği şeyleri tüketmiyorum. Bölüştüğümüz köfteler seninle birlikte kaldı meleğim, sen gittikten sonra hiç köfte yemedim. Hiç süt içmedim yemin ederim. Kaşar peynir rendeleri gözümü dolduruyor, nerdesin?

Masayı hemen kaldırıp, salona geçiyoruz. Bazen koltuğumda, bazen hemen yanımda uyuyorsun. Bazen ben yatıyorsam, gelip göğsüme yerleşip gurluyorsun ki, ben başka bi cennet tatmadım yer yüzünde. İçim titriyor sanki gurlaman yine tam göğsümün üzerindeymiş gibi. Bazen koltuğunun kenarına gelip elimi hayali bir yükseklikte gezdiriyorum, yokluğunu reddediyorum... üzgünüm.

Saçlarım koltuktan sarkarsa sen, bir yerimi tırnağımla kaşırsam sen, bazen Eren'in kapısının önünde sen, koltuğuna her gözüm değdiğinde sen, balkon demirinde sen, pıt pıtlı naylon patlatırken sen, marketlerde sana yapmak istediğim alışverişler, yatağı toplarken çarşafı yakalamaya çalışan sen, koltuğun alt aksamını iterken seni korkutmaktan çekinmem, bir günün her anında sen varsın, anlatamıyorum ki.

Bazen diyorum ki, tanrı benden ne istedi? Gerçekten, bu ölümle tam olarak neyi edinmeliydim? Seni benden alacaksa da, bunu neden daha az travmatik, kabulü daha kolay bir yolla yapmadı? Veteriner yolundaki dakikaları, kocaman olmuş gözlerindeki bakışları, veteriner masasındaki hallerini GERÇEKTEN GÖRMELİ MİYDİM? O saniyeleri GERÇEKTEN yaşamalı mıydık prensesim? Şehir hayatının insanı ne kadar boğduğunu anladım gittiğinde. Bağırabileceğim bir yere öyle ihtiyacım var ki.

Ah meleğim, seni çok özledim.

26 Ağustos 2016 Cuma

21. gün - 3 hafta

Bir kedi kaybından bahsettiğinizde insanlar ağız birliği etmişçesine yeni bir kedi edinmekten bahsediyor, inanmak çok güç. Hiç etkileşimde bulunduğu bir evcil hayvanı olmamış kimselerin derinlemesine düşünemeden ve hissedemeden böylesine sığ bir fikir öne sürmesi başta beni şaşırtmamıştı ama kızdırmıştı. Sanki bozulan bir mutfak eşyasından bahsediyorum, yenisini alırsınız da ne demek?
Kaybımın ilk günlerinde beni anlayacak birilerine yemekten sudan daha çok ihtiyaç duymuştum. İnternette kedilerini kaybedenlerin ve benim kaybettiğim şekilde kaybedenlerin yazılarını arayıp okumuş, kaybımı herkesten gizleyip sadece kedi sahibi arkadaşlarımla paylaşmıştım. Kedi sahibi arkadaşlarımın da ezici bir çoğunluğu (ve kırıcı) sokakta onlarca bana muhtaç can olduğundan, Fıstık'ın onlara bakmam durumunda bana minnet duyacağından bahsettiler. Ben kedimi 1 yaşında kaybettim, kedimle 1 kış 1 ilkbahar ve 1 yaz geçirdim, bir sonbaharı tamamlayamadım bile. Benim meleğim her mevsimi 1 kere tattı. Birlikte yıllar geçirmedik, bu çok erken bir kayıptı. Bütün kaderci söylemler, vakit saat meseleleri bir kenarda dursun fakat bebeğimin sokaklarda daha çok yaşayabilecek olma ihtimali aklımın bir köşesinde hep olacak ve kalbimin bir yerlerini hep yaralayacak. Bu sebeple, yeni bir hayata müdahil olmak bana gerçekten korkutucu geliyor ve buna cesaret edebileceğimi de sanmıyorum. Belki savunmasız ya da güçten düşmüş bir minik görürsem bir gün, sokakta bırakmam ölüme terk etmek olacaksa, bir ihtimal ancak o zaman. Ama o zaman da şu zamandan hayli uzakmış gibi hissediyorum.
İnternetten kayıp yaşayanların yazılarını aradığım zamanlar, bir hanımefendinin dokunaklı yazısına denk gelmiştim. Kedisini benim gibi kaybeden ve benim yaşadığım o kahredici süreci bire bir yaşamış, kedisinin kocaman olmuş gözlerinde o bakışı görmüş birisiydi. O da bu önerilere tepkisini dile getirmişti ve onlara Cemal Süreyya'nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum” dizeleriyle karşılık vermek istediğini söylemişti. Yazısının sonuna ismini not düşmüştü, kaybı 7 yıl öncesine aitti ama bu derdimi tümüyle yaşamış kişiye ulaşmak, hiç değilse ne zaman geçeceğini öğrenmek istemiştim. Kızının “o” bakışlarının ağırlığının ne zaman dağıldığını, ne zaman bir kapıyı açtığında ardında kızını hayal etmeyi bıraktığını, ne zaman koltuğundaki karaltının kızı olmadığını kabullendiğini, ne zaman kızıyla olan hatıralarını ciğeri yanmadan hatırlayabildiğini... Kendisi sağ olsun çok duyarlı ve çok canayakın bir tavır sergiledi. Acının zamanla solduğunu ama özlemin hep aynı kaldığını, hala küçük kızını sık sık düşündüğünü söyledi. Ve belki bana acımasızca geleceğini ama acımı dindirecek tek yol bildiğini söyledi, yeni bir tüy yumağı edinmek.
Haydaaa... dedim ilk önce, sonra bu ihtimali düşündüm enine boyuna. Enine boyuna düşünerek geldiğim nokta güçten düşmüş sokaklarda barınamayacak bir kedi edinmek oldu zaten, onun için de en azından 1 yıl geçmesini istiyorum, bu uzak tarih kararı da son günlerde iyice zihnimde oturdu.
Oturduğundan beri de biraz huzur buldum gibi, Fıstığım yine etrafımda gibi ve biraz daha neşeli dolaşıyor gibi. Rüyalarıma da gelecek gibi hatta, benle barışmış gibi, hissediyorum.
Kızımın yaladığı vitamini, kızımın diliyle kutsadığı malt tüpünü, bi başka dikenli dil yalayacak öyle mi?
Yok ya?

25 Ağustos 2016 Perşembe

20. gün

Fıstığımın gittiği günkü her şarkının anlamını bugün keşfediyorum.
Please don't leave me
ve daha da yüreğimi parçalayanı
https://youtube.com/watch?v=wSy_TxOid6k

20. gün

Bugün 2. doz aşımı olmak üzere tekrar hastaneye gittim bebeğim. Hastaneye doğru çıkarken tam 3 kediyi, eve gelmek üzere yukarı çıkarken de platin sitesinin karşısındaki sitede 1 kediyi besledim. Tüm teşekkürler sana, bana kedileri sevdirdiğin için ve Tanrının seni en güzel yerlerde ağırlaması için.
Dönüşte annemin yanına gittim. Hakkında biri bişey sormayagörsün, hemen sesim titriyor. Senin kaybından kimseye bahsetmeye henüz hazır değilim.
...
Bir tümörüm olsaydı, adını Fıstık koyardım.
Hiç değilse ben ölene dek büyürdü ve ömrümüzü birlikte tamamlardık...

23 Ağustos 2016 Salı

18. gün

Cumartesi günü beni ısıran kedi için, üzerinde çip olduğunu ve aşı durumunu teyit edeceklerini söylemişlerdi. Tetanoz aşısını her halükarda olmam gerekecekti ama kuduz aşısını olmam ya da olmamam kedinin aşı durumuna göre belirlenecekti. Cumartesi günü kedi, bakıcısının üzerine yürümesinden ürkmüş olacak ki yanına yaklaşmasına müsaade etmedi. Yemek saatinde yakalayabildiklerini, beni durumdan haberdar edeceklerini söylediler ancak pazartesi gününe dek bir haber gelmedi. Pazartesi günü tetanoz aşısı için aile sağlığı merkezine doğru ilerlerken ben telefon ettim ve kediyi yakalayamadıklarını söylediler. Gayet insan canlısı bir kediydi ki dedikleri gibi yemek saatlerinde yakalamaları da mümkündü, onca öğüne rağmen hala yakalamadıklarını öğrenince yakalamayacaklarını da anlamış oldum.
Kuduz aşısını yaptırmam gerekmiyorsa yaptırmak istemeyişim aşının tam 5 doz uygulanıyor olması sebebiyleydi. Canım tatlı değildir, kızımı kaybettiğimden beri çektiğim her türlü fiziksel acıyı da kefaret kabul ediyor ve çekmeye gönüllü oluyorum, sadece her seferinde gidip gelmenin biraz uğraştırıcı olacağını düşünmüştüm. Aile hekimimize göründüğümde doktor kuduz aşısı da olmamın iyi olacağını ancak kuduz aşılarını yalnızca hastanelerin acillerinde yaptırabileceğimi söyledi. En yakın hastane araçta ve yaya geçireceğim süre olarak toplamda 45 dakika kadar uzaklıktaydı bu yüzden kuduz aşısının gerekliliğini kafamda bir kez daha tarttım. En sonunda yarın bir gün bir kedi daha sevmek istediğimde başıma tekrar böyle şeyler gelmesi ihtimaline karşı, en azından aynı tedirginliği duymamak için yaptırmaya karar verdim. Hastaneye giderken bir kediyi, hastaneden çıktıktan sonra bir kediyi besledim. Sık sık ağlamaklı oldum yolda, sık sık da bağırmaklı. Hemşire aşıları vuracağında da bir an meleğimin aşılar için bekleyişleri geldi ve bir kez daha gözlerim doldu.
Aşılardan önce bir onam kağıdı imzalatılıyor, yalnızca tüm risklerden haberdar etmek üzere. Bizim okulda imzalattığımız onamların aşı için uyarlanmış olanı, bunu bilmeme rağmen okumak benim için ürkütücüydü. Ama itiraf edeceğim, alerji kısmını okuduğumda acaba meleğim ve tanrı bana bir jest mi planladılar diye heyecanlanmadım değil.
- Bu kabul etmiş,
- Bu arkadaşını ayartmış,
- Bu aşıyı vurmuş,
- Bu anaflaktik şok geçirmiş,
- Bu da hadi bana hadi bana eyvallah demiş!

21 Ağustos 2016 Pazar

16. gün

Gördüğüm en garip sevgi şekli, sevdiğin kişinin üzüntüsünü zorbalıkla sonlandırmak veya saf dışı etmek. Ailemin göz yaşlarıma sinirlenmesinin ardından erkek arkadaşım da bugün Instagramında kızımın naif fotoğrafını görüp içimin yandığını söylediğimde, "Silerim böyle yaparsan o fotoğrafı" dedi. Yanlış anlama bebeğim, bunun onun sana verdiği değerle hiçbir ilgisi yok. Bu tehdidin ardından hemen hüznümü içime geri çekip, böyle yaparsa çok üzüleceğimi söyledim.
Geçtiğimiz günlerde internette ölümle baş etme yöntemleri üzerine bir yazı okudum, burada sosyal çevre ile üzüntünün paylaşılması gerektiği, kayıp yaşanmamış gibi davranılmasının süreci uzatacağından bahsediliyordu. Bunlara karşılık çevremin takındığı bu tavır bende susup acımı kendi içimde yaşamamın en anlamlı ve en dingin yas dönemi olacağı fikrini doğuruyor. Sanırım böyle yapacağım, bir kedi gibi acımı dışa vurmayacağım ve -tabii ki manen- gözden uzak bir yerde ölmeye gayret edeceğim :)
Dün kızımın yanına yeniden gittim. Bu kızımla vedalaşmamızdan sonraki 2. ziyaretimizdi, hava bu kez oldukça güneşliydi. Bu kez meleğimle bağ kurabildim ve bol bol konuştum, avcumu öpüp toprağa yapıştırarak kızıma ulaştırdım. Bize yine bir kedi eşlik etti, kızımın aksine tüyleri kısa olan bir tekirdi. Onu dolu dolu sevmek istedim, hiçbir yerini kavramadım ama elimi üzerinde rastgele gezdirirken sanırım göbeğine değdim, hoşlanmadığını elimde bıraktığı diş ve çizik izleriyle gayet açıkça belli etti. Kızımın kibar ve şefkatli tehditlerini özledim.
Bu hafta çok ağladım meleğim, acım sandığımın aksine günden güne solmuyor. Değişmeyen tek şey sabahların ağırlığı. Senin için bol bol dua ediyor ve tanrıdan seni en güzel yerlerde ağırlamasını her gün rica ediyorum. Beni affetmeni isteyip istemediğimden emin değilim, sana verdiğim her üzüntünün kefaretini ödemeyi istiyorum. Anılarımızı not etmeye devam ediyorum meleğim, bazen bir nota tutunup bütün gün kendimi iyi kılmaya çalışıyorum. Yalnız kaldığımda sana sesleniyor, sesleniyor, sesleniyorum. Yalvarıyorum bazen. Galiba seni hala bekliyorum. Bu ölümü doğal karşılayamıyorum. Bunu hak etmek için sebepler arıyorum.
Seni çok özlüyor ve seviyorum meleğim. Sen bana hayatın sunduğu en büyük lütuf olarak kalacaksın.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

12. gün

Meleğim... Sen gittikten sonra kendi üzerimde ya da ev üzerinde yaptığımız herhangi bir değişiklik beni öyle derin bi mahçubiyet ve kedere atıveriyor ki anlatamıyorum, oturup hüngür hüngür bağıra bağıra ağlamak ve senden af dilemek istiyorum.
Ellerimde, tırnaklarımda, saçlarımda, kollarımda hala biraz sen kaldığına inanıyorum ve kestiğim tırnak, aldığım duş, kestirdiğim saç... hepsi dolaylı yoldan seni biraz terk etmem gibi geliyor ve her birini yaparken ölüyorum. "Meleğim, beni affediyorsun değil mi?" diye sorarak yapıyorum ama cevabını bilmiyorum.
Seni çok özlüyorum güzel kızım. Sabahları dayanılmaz oluyor acım. Rüyalarıma hiç gelmiyorsun. Bana küsmedin, değil mi? Seni çok sevdiğimi ve kalbimin hep seninle olduğunu bil lütfen. İpek alnını kediye çok hasret birileri varsa öptür ama, yoksa benim için beklet benim güzel meleğim.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

8. gün

Sen ailemizi şereflendirmeden yaklaşık 1 ay önce, sonradan kendi aramızda Sopa diye bahsettiğimiz başka bir kediyi ailemize katmaya çok yaklaşmıştık meleğim. Sopa senden biraz küçük, siyah-kahverengi ve kirli görünümlü, senin aksine çok sırnaşık bir kediydi. Sen tıpkı benim gibiydin, pek çok konuda. Sopa Platin Sitesinin yanından başlayarak aynı akşam içinde hem Eren'e hem anneme hem bana eşlik etmiş ve nihayetinde sitemizin bahçesine kadar gelmişti. Eve çıktıktan sonra kapının önünü gösteren kameradan baktığımda onun kapının önünde beklediğini görmüştüm, bir süre bekledikten sonra boynunu eğip arkasını dönüp gitmişti. Onun o gidişini ne zaman hatırlasam içim burulmuştu ve ömrümce görebileceğim en saf ve en acıklı gidişin o olduğuna inanmıştım. Senin gidişini görene kadar.
Meleğim. Gidişini sık sık hatırlıyor ve kalbimi tonlarca yükün altına sık sık sokuyorum. Panik merak ve sadakat dolu bakışların, boğazını temizleyişin aklımdan asla gitmiyor. Bir sürü keşke ve bir sürü acabayla olasılıkları zorluyor ve kendimi suçlamanın başka yollarını buluyorum. Acaba diyorum, yerimden kalkarken Fıstık diye bağırsam, durup beni bekler miydin? Acaba kapının önünde çiçek olmasa, benim yanıma gelir miydin ya da geldiğimi görüp bekler miydin ya da ben senin yanına daha çabuk gelebilir miydim? Acaba odam düzenli olsa, dolapların tepesinde gezinir ve diğer tüm aktivitelerden vazgeçer miydin? Acaba o gün tüm gün seni takip edebilir miydim?
Acaba'lar var oluş itibarları ile, aslında olmamış ya da olup olmadığı bilinmeyen şeyleri artlarına aldığından, olmamış ya da yapılmamış ya da “yapmadığım” şeylerin her biri, bi pişmanlık dalgası olarak var gücüyle kalbime çarpıyo.

Kadere sığınmak sanırım bu durumlar için bir çözüm ve en kolay yol. Ama ben ne senin kaderinin, ne de kendi kaderimin böyle olmasını kabullenemiyorum.
Dün gidişinin birinci haftasıydı meleğim. Her şeyi saat saat tekrar yaşadım. Gece sabaha kadar süren ve sabaha karşı uzun zamandır oynadığın mavi silgiyi paramparça yapmanla sonlanan oyunun, mavi silginin kalan parçasını halının altına sokuşturuşun sırasında bana bakışın, bakışmamız. Uyandığımı görünce kendini bana sevdirmeye gelişin. Sabahında yatakta Kedili Bir Hayatta okuduğum Hills İdeal Balance mama, ve acaba 1 yaşını yeni dolduran minik kızıma yetişkin mamalarına geçiş ağır gelir mi düşüncem. Eren'le ikimize kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçişim. Hazırlık sırasında sızlanışın ve konserve mama ile seni mutlu etme sohbetimiz ve planımız. Kızartma yaparken beni daraltman, çok daraltman... (son günlerde mutfak taşına geçmemizle ilgili derdin neydi miniğim?) Eren'in yanına bırakmam ama orada durmayıp yanıma tekrar gelmen, seni balkona bırakıp kapıyı yanıma gelemeyeceğin kadar aralık bırakmam ve senin ordan bana seslenişlerin. Perdenin iplerini kapının aralığından senin olduğun tarafa uzatışım ve minik oyunumuz, az sonra kıyamayıp seni yanıma almam. Sos yaparken her nasılsa yağlı-sulu salçanın hoşuna gitmesi ve mavi plastik kabı koklayıp yalamaya niyetlenmen ama yalamana müsaade etmemem. (Bilsem ederdim meleğim, özür dilerim) Yemek sırasında çok umrunda olmayışımız ve biz Eren'le sofraya geç geldiği için tartışırken uslu uslu sol yanımda uyuman.
Kahvaltıdan sonra, benimle birlikte salona gelip yine uyuman. Ben bilgisayarla ilgilenirken, bilgisayarın ekranının ardına bacaklarıma geçip uyuyuşun. Normalde şarkılardan hazzetmezsin ama, o sırada girdiğim bir bloga eklenmiş çalan Yann Tiersen müziğinden memnun görünmüştün. Sonra sol bacağım ve koltuğa yaslanarak, resmen ikiye katlanıp uyumuştun. Bu beni güldürmüştü.
Sonra sıcaktan bunalmış olacaksın ki üzerimden kalktın, ama uyumaya devam ettin. Ben gündüz uyuyup geceyi yine oradan oraya tıkır tıkır sesler çıkararak geçirme diye, uykunu biraz açmak istedim. Alacalı köpük topunu attım ama çok az oynadın, hatta sadece elini uzatsan değeceği mesafedeysr tenezzül etmiş de olabilirsin. Yere düşürdüğünde hadi al dercesine miyavladın. Bir kez alıp tekrar attım, yine çok açılmadan ilgilendin. Sonra tekrar yere düşürüp tekrar yine al miyavlaması yaptın. Sanki rolleri değişmişiz gibi:) Fıstık Hanım atıyor, ben getiriyorum. İdare edildiğimi anlayıp tekrar atmadım. Yanına geldim, biraz boğuşmamız için seni bunaltmaya rahatsız etmeye çalıştım. Belki canlanırsın diye. Öyle saf bi şaşkınlıkla baktın ki "Bunu neden yapıyorsun?" diye, bi taraftan da elimi ısırarak, yaptığımdan mahçubiyet duydum. Çok boğuşasın yoktu, ben de zorlamadım.
Sonrası kötü anımız. Sonrası acıklı gidişin.

Dün misafirler geldi bize. Yıkanmak zaruri hale geldi özürlerimi duymuşsundur umarım. (kollarımı öpüp öpüp öpüp) Geldiklerinde de bambaşka bi tokat patladı yüzümde. Ara ara odama, yanına gelmeye duyduğum ihtiyaç ve orda olmayışın. Birkaç kere. Yokluğunun binbir perspektifi varmış meleğim, sanırım hepsini sırayla göreceğim.
Seni çok seviyorum.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

5. gün

Bir depresyona mı gebeyim yoksa yalnızca anılar konusundaki takıntılı halimin bir sonucu mu bilmiyorum ama kaza gününden bu güne hiç yıkanmadım. Kaza günü kızımı taşıdığım, onla temas etmiş kollarımın kızımdan arınacağı düşüncesi bana hüzün ve korku veriyor. Onu öpmüş dudaklarımı ve olay günü burnuna sürekli sürdüğüm burnumu mezarını ziyarete gittiğim gün karşısında düzgün olabilmek adına temizlemiş olmaksa, çaresiz bir pişmanlıktan başka bir işe yaramıyor. Tırnaklarım iyiden iyiye uzadı ama onu son seven halimi zedelemek ve tırnaklarımı kesmek istemiyorum. Ailem kaybımızı takip eden 2. günde eşyalarını kaldırmak konusunu açtı ancak buna kesinlikle hazır hissetmiyorum. Bu işi kokusunun odamızı terk etmesine erteledim, ve ne yazık ki o da odayı gün be gün terk ediyor.
Yarım bıraktığı maması hala tabağında. Yeri değişen tek şey, o gün mutfakta olan ve kızımla paylaştığım sütün ardından tertemiz bıraktığı kırmızı kase. O da diğer kapların yanına geldi. Bir de kumunda kalmış kakaları temizledim, o bile zor geldi. Meleğimin kokusu evi gün be gün terk ediyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum.
Ona dair tek yapabildiğim evin muhtelif yerlerinde bıraktığı kırçıllı tüylerini özenle toplayıp bir kutunun içinde biriktirmek.
Benim minik prensesimin naif tüyleri. Onu kaybettiğimiz ilk gün, şu şehir efsanesinin gerçek olmasını dilemiştim. O sırada vücudumda büyüyen bir kistin olmasını ve hiç değilse kızımdan geriye, bende bir şeyler kalmasını. Yine de, umuyorum ve sanıyorum ki, midemin kaydadeğer bir yerinde, en azından boncuklu toplu iğne başı kadar, tüy topağı biriktirmişimdir.
Buralardan gitmek, gözümü her çevirdiğim yerde canlanan anılarını da terk etmek, daha kötüsü döndüğümde bu anıları da bulamayacağımı hayal etmek beni ürkütüyor güzel kızım. Döndüğümde senin koltuğunun başka bir yöne bakıyor olması, üzerinde gezdiğin dolabın yerinde olmaması, hatıralarınla ve tırnak izlerinle taçlandırdığın örtülerin artık orda olmaması. Benim için kederlerin en derin yerinde, yeni bir oyuk açılması gibi.
Sen dünyanın en mülayim kedisiydin meleğim. Evimizin hiçbir yerini çizmedin, mutfak tezgahına çıkmaya bir kere bile yeltenmedin. Mutfak masasına birkaç kez çıktın ama, sana yasaklı yerleri hep bildin ve hiç diretmedin. Kaçışın için hiçbir yol olmadıkça çizmedin hiç, birine zarar vermektense hep kaçmayı tercih ettin. Tatlı yiyeceklerden hiç hazzetmedin ama yemek isteseydin de paylaşmaktan şeref duyardım bebeğim, ev yemeklerine de et dışında pek tenezzül etmedin. Hiçbirimizi çizmedin, üzmedin, kusacağın vakitleri haber verdin, tuvaletinin dışına bir kez bile işemedin. Misafir geldiğinde odana çekilip uyudun, sen bir insanın karşılaşabileceği en ideal kediydin. O yüzden meleğim, geçen gün arkadaşım hayatıma dönmemin gerekliliğinden ve senin beni öyle görmek isteyeceğinden bahsettiğinde verdiğim cevap gibi; senin bana yukarıda saydıklarımın her birini muhafaza etmesem de gücenmeyeceğini bilmeme rağmen, tüm bunları terk etmek benim içime sinmiyor.

Gittiğinden beri sevdiğin şeyleri yemekten imtina ettim. Zaten bir şey yemek de içimden gelmedi, genelde domates ve ekmek yiyorum. Doyuyorum. Biraz bitkinim, erken saatlerde uyuyorum. Rüyalarıma seni bekliyorum ama gelmiyorsun. Rica ediyorum meleğim, arada bir de olsa, uğra.