30 Mart 2017 Perşembe

237. gün

Bir de Akkuş'un kedilerinden bahsetmek lazım tabii... "Afiyet olsun, Fıstık Ablanıza teşekkür edin" diyerek yeni vedalaştıklarım... Tahinle Kobeyi yanıma alma hayalleri kuruyordum ama bu kedileri görünce fark ettim ki onlar saray değilse de mutlu bir çiftlikte yaşıyor gibiler. Buranın soğuğundan ileri gelen bir adaptasyon mudur yoksa beslenemeyip gelişememekten midir bilmem, kedileri çok küçük. Büyüyemeden öldüklerinden sadece küçükleri mi görüyorum yoksa? Bu ihtimali düşünmek istemiyorum. 2-3 kedi hariç, gördüğüm tüm kediler vücut büyüklüğü olarak çok küçüklerdi.
Ben Samsun'da kar yağdığında kedileri eve alırken, o gece onlar için kara kara düşünür içim sızlayarak sabah ederken, burda martta kar yağıyor, yağıyor; bu naifleşmiş kar. Hayvanlar sürekli caddelerde dolaşıyor yemek arayarak, ah yazarken bile kalbim acıyor, içim daralıyor. Burada eve yerleşme sürecimde çok masrafım oldu. Bu sebeple babamın bana verdiği para ile henüz kedi maması alamadım. İlk maaşımda 1 paket mamayı Samsun'a gönderip, 1 paket mamayı da buraya alacağım.

Buraya ilk geldiğim günlerde bi kedi görmüştüm, topallıyordu. Burada veteriner yok... Petshop filan da yok, kediyi bir kafese koyup götürmek istesem. Bir de o günlerde babamla olduğumdan ve canım babam kediler konusundaki kesinlikle dozu aşmamış hareketlerimi, hassasiyetlerimi ve bazen duygularımı ölçüsüz bulduğu ve sinirlendiği için ilgilenememiştim. 6 gün geçti, zavallı kediciği hiç görmemiştim. Bugün Regaip Kandili, babam gitmeden evvel birlikte aldığımız kıymayı bozulmasın diye kavurup gitmişti. Biraz ondan yedim ama bitirmeye gönlüm elvermedi. Saat dokuz buçuğu geçmiş olmasına rağmen ve Akkuşta bu saatin yaşamın hangi aralığına denk geldiğini bilmememe rağmen, giyindim üzerimi hem çöplerimi atıp hem de kıymayı paketledim. Çöp kutusunun oraya geldiğimde pisi pisi diyince miyavlayarak topallayan kedi gelmesin mi... Ah hem buruldum hem mutlu oldum onu besleyişime.  Az sonra ardından bir calico yavru kedi de geldi, ikisi de birbirinden güzel... canlarım... İkiye böldüğüm kıymanın bir kısmını da ona verdim. Bu beni mutlu etti.

İşyerinde her sabah kahvaltıyı birlikte yapıyoruz. Neredeyse her kahvaltımızda peynir artıyor ama kibrit kutusu kadar falan. Yine de şimdilik orada çok yeni olduğumdan ve henüz başka kimsede sokak hayvanlarına karşı bir şefkat sezmediğimden peyniri kedileri ayırmayı teklif edemiyorum. Yine de ilerleyen zamanlarda dile getireceğim.

Kobe ile Tahine ise annem, Eren ve Emine Teyze çok iyi bakıyor, çok şükür. Yarın cuma, Samsun'a geçeceğim, giderken onlara da konserve mama alacağım. İşte böyle Fıstığım... Bunlar hep senin kalbimde yakıverdiğin ışığın huzmeleri. Seni çok seviyorum küçük prensesim. Görüşmek üzere...

29 Mart 2017 Çarşamba

236. gün

Bazen düşünürüm, Fıstıkım benim yanıma gideceği günü bilerek mi geldi? Gideceği gün üzerimde ikiye katlanıp uyuyuşu, benim bilmediğim ama onun bildiği bir sebepten miydi? Ercanlarda kaldığı süre boyunca, hayata benimle veda edemeyeceğinden korkup bana kavuştuğunda yazgısını-yazgımızı yerine getirebileceği için mi huzur duydu? Gidişini başlatan olay, bir karar mıydı ve bir zamanlamayı tutturmak için miydi? Dudağımı ısırışı, beni haberdar etmek değilse neydi?

Bunları sorarken gözlerimden yine yaşlar boşalıyor. Artık Akkuş'tayım ve bu eve Fıstık'la gelmeyi bu hayatı Fıstık'la yaşamayı hayal etmiş olmak, acaba o bu evde nasıl davranırdı koltuğun neresini sahiplenirdi şimdi burada olsa yanıma gelip sokulur muydu, burada mutlu olur muydu soruları, kafamı sürekli meşgul ediyor. Dün S. Hanım bana facebook profilimde gördüğü için kedimin şu an nerede olduğunu sordu, cevap vermemle birlikte gözlerimden yine süzülen yaşlar....

Facebookumu yeniden açtım. Fotoğrafımızı, seni görünce, yine tüm kalbimle seni yeniden özledim, çok özledim. Sana hak ettiğin hayatı sunamadığım için çok üzgünüm, özür dilerim bebeğim.

Gözlerim ne kadar seni bu evde arasa da, buranın yaşam koşulları ve burayı algılayış şeklime de bağlı olarak, sanki Samsun'da yaşadığım hayattan çok uzaktayım, senle geçirdiğim günler de bambaşka bir hayata ait. Bana cennetten sunulmuş bir kesit, Allah'tan bir jest, geride bıraktığım bambaşka bir hayatmış sanki.

Sen hep benim en kıymetlim olacaksın. Bir gün sana yeniden kavuşmayı tüm kalbimle diliyorum. Beni o hoşsohbet dillerinle karşılar mısın? Seni çok seviyorum, benim sonsuz kalpli miniğim.

11 Mart 2017 Cumartesi

218. gün

Can kızım, soruşturmam sonuçlandı ve olumlu sonuçlandı. Artık sağlık bakanlığı personeliyim. 15 gün içinde göreve başlamam gerekiyor. İçim buruk.
Yarın Eren sınava girecek. Yine bir Fıstık takvimi kafamda, geçen yıl Eren'in sınava doğru eve çıkmadan önce seninle vedalaşması gözlerimin önünde. Ah...

6 Mart 2017 Pazartesi

213. gün

“Dünya bir hevestir, daldığın kadar
Dünya bir nefestir, aldığın kadar
Dünya bir kafestir, kaldığın kadar. ”

---

“...
Ölüm korkunç, iğrenç, garip bir böcek olsa ve yoldan geçen birinin üzerine konsa, siz de onu görseniz hemen o kişiyi oracıkta durdurup; - Afedersiniz yolunuzu kestim ama, korkmayın, yakanıza Ölüm konmuş, demez misiniz? Şöyle iki parmağınızla fırlatıp atmaz mısınız onu? Ah ne güzel olurdu. Ama ölüm bir böcek değil! Ama yoldan geçenlerin bir çoğu onu üzerlerinde taşıyor. Ama farkında değiller, çünkü Ölüm görünmüyor. Doğal olarak onlarda yarın ki hatta bir sonra ki günkü hayatlarını planlamaya devam ediyorlar. Mesela ben.. Bakın şu dudağımın üstündeki çiçeği görüyor musunuz? Doktorlar buna çok güzel bir şey diyorlar, Karamela gibi... Epitelyoma! Bakın söyleyin benimle bir kez, tadını siz de hissedeceksiniz, Epitelyoma! Çiçeklere verilen isimlere benziyor değil mi? Ama bu bir çiçek değil. Bu bir Ölüm. Geçerken bunu dudağıma konduruverdi, hatıram olsun dedi ve ekledi bir kaç aya kadar gelirim. Bakın sizden ne isteyeceğim, yarın sabah erkenden gideceğiniz küçük köyün tren istasyonunda indikten sonra evinize kadar yürüyün. Yoldan bir demet ot koparın. Koparın ve sayın. Kaç tane ot koparmışsanız o kadar ömrüm kalmış demektir. Ama dikkat edin demet biraz kalın olsun!
...”

5 Mart 2017 Pazar

212. gün - Canıma okuyan şarkılar

Ve işte 7 ay geçti bile... Bahar geldi, havalar ısındı, camlar balkonlar yeniden açılır oldu. Canı yanar mı insanın bundan? Yanıyor...

Bugün pazar. Dedemin kız kardeşlerinden biri dün sabah vefat edince, hemen toparlanıp yola çıktılar. Dayım arabamızla götürdü herkesi, babam işi dolayısıyla gidemedi ama arabamız burada olmadığı için yanına gelme şansımız yine olmadı. Haftaya da pazar günü yağmurlu görünüyor, bu hafta içi de gitme ricamı dayıma yineleyeceğim.

Dün bir restoranda siparişimin hazırlanmasını beklerken çalan müzik beni ağlatıverdi. İnternette bir deyime rastlamıştım, bazı şarkılar için "kalp cenderesi" benzetmesi yapılmıştı, ne yerinde bir benzetme. Benim için böyle olan şarkıları yazmak istedim.

Bin cefalar etsen almam üstüme türküsü,
Teoman - Çoban Yıldızı
Kazım Koyuncu - İşte Gidiyorum
Göksel - Gittiğinde

Nerde duysam içim eziliyor, gözlerim doluyor. Yenileri oldukça yine buraya ekleyeceğim. Seni seviyorum Fıstık...

2 Mart 2017 Perşembe

209. gün

Delirmek... Ne hazin bir son. İnsanın kaderinin, üstesinden gelebileceklerinin çok üzerinde olması.... Bu da kaderin bir parçası mı? Yani, delirmeyi mi yazar tanrı bir yerlere, böyle bir kader olabilir mi? Bazen, kaderin avuntudan öte bir kavram olmadığını düşündüğüm de olmuyor değil. Bu kısa ömür senin kaderin ya da bu kısa mutluluk benim kaderim değilse? Bu güzelliklerin kısa olmasının yalnız ve yalnız sebebi bensem? Bu gerçekten çok ağır. Sorumluluğu tanrıya ve kadere bırakmaksa yükü anlamlı miktarda azaltıyor.

2 hafta öncesinin pazarında, anneannemler Samsun'a geldi. Ziyaretlerinin 1 haftalık olması planlanmıştı ama 1 haftanın sonunda gitmediler... Pazar günü hava kapalıydı ve biraz da yağmurlu. Annem anneannem ve dedemle birlikte yanına gelmeyi önerdi ama bunu istemedim. Çünkü bu kalabalık ortamlarda yanında olmak ama seninle olamamak beni ayrı, sana duyduğum özlem ve bağlılığın anlaşılmayışı ve hatta hafife alınışı ayrı üzüyor. Bu geçtiğimiz 2 haftanın ziyaretsiz geçişi demek oldu, umarım bir üçüncüsü olmaz. Bu pazar güneşli ama eğer anneannemleri bırakma görevi babama verilirse, yine gelmemizin bir yolu olmayacak. Dayımdan pazartesi günü, işleri el verirse beni senin yanına getirmesini rica ettim ama işte çarşambayı bitirdik ve gidebilmiş değiliz. Sanırım önümüzdeki günlerde de dayım işi icabı şehir dışına çıkacak. Yine bana esmer günler düştü, eyvah...

İşin aslı seni çok özlüyorum ve bu özleme ya da yaşadıklarım/a hiç iyi gelecek seçimler yapmıyorum. Geçtiğimiz cumartesi The Lovely Bones isimli bir film izledim, tebligat için ortak tweetler attığımız bir hekimin twitter profilinde fragmanına denk gelmiştim. Filmin Türkçe adı Cennetimden Bakarken. 14 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir çocuğun, bir süre sevdiklerini terk edemeyip ruhunun onlara eşlik edişini, kendisinin bir başka boyutta dünyadan gidememiş ve dünyada kalamamışlığını konu alıyor. Bir kitaptan uyarlanmış. Tecavüz ve ölüm boyutları asıl trajedi idi ancak devamındaki sahneler de seni, emin olamadığım yokluğunu, bazen iyiden iyiye hissettiğim varlığını düşününce beni çok etkiledi. Filmin sonunda ana karakter Susie Salmon'ın ruhlarının sevdiklerini terk edişi üzerine ettiği sözler ve hepimize uzun ve mutlu bir hayat dilemesiyse çok dokunaklıydı. Bulabilirsem aşağıya videosunu bırakacağım.

Birkaç saat önce ise Poyraz Karayel'in veda bölümünü izledim. Aslında anneannemlerin yanında, dayımın evinde izlemekteydik, tüm düşmanlar ölüp neşeli bir vosvos otobüse bindiklerinde mutlu son olduğunu görüp eve gelmek üzere oradan ayrıldık. Eve geldiğimde internette geziniyordum ki ne göreyim, düşman her nasılsa patlayan arabanın içinden sağ çıkmış ve Ayşegül'ü öldürmeye gelmiş. Şaşırdım, az sonra televizyon başına yeniden geçtim, Poyraz delirmiş. Bir ölümün ardında kalanlar ve ölümün ardında kalanların ağırlığı beni yeterince üzmüşken, hala anlayamadığım bir sebeple Google'a şöyle yazdım: "Ayşegülün ölme sahnesi" Gerçekten mi? Boş bulunmuşluk mu desem, aptallık mı? Yönetmen de sağ olsun, ne kadar acıtabilirse o kadar acıtmış, ölüm sahnesini Ayşegül'ün gözünden çekmiş. Beni bir Fıstık'ım da beni böyle mi gördü, Fıstık'ım da bunları mı yaşadı hüznü sardı, ağlamaya başladım...

Bugün zaten psikolojik açıdan da yeterince yorulmuştum. Bahçede baktığım kedilerden dişi olanı, Tahin, dün gece sol ön patisinin üzerine basmaktan imtina ediyordu. Bugün gündüz gözüyle bakar bir şey mi batmış anlamaya çalışırım diye düşünmüştüm. Bugün yine aynı şekilde yürümekteydi ve her zamankinden yakın (sırnaşıklıktan uzak) sanki yardım dileyen bir haldeydi. Kucağıma alıp bir yere oturdum, patisini dokunarak incelerken acısını belli eden sesler çıkardı. Patisi zaten sağ ön patisine göre de şişmiş gibiydi. Kırık olmasından korkup veteriner cerrahi merkezine götürdüm. Doktor şişliği hemen fark etti, elle muayenede zavallı bebeğin yine canı yandı ve doktor o bölgedeki kırıkların röntgensiz pek anlaşılamadığını film çekeceğini söyledi, çekti. Çok şükür kırık yoktu, doktor patisine ya bir şeyin düştüğünü, ya kendisinin filan incittiğini söyledi, ateşi de bu probleminden kaynaklı normalden yüksek çıktı. Doktor antibiyotik reçete etti, günde 2 kere, 6 gün kullanıp gözleyeceğiz. Bir saat önce ilkini verdim, biraz tatsız bir deneyim oldu. Bir seferde yuttu ama hemen ardından yanımdan uzaklaşmak istedi. Biraz başını okşayıp biraz da büyük aşkı Eren'e okşattıktan sonra (saat geç olduğundan aşağı inerken bana eşlik etmişti) -ilacı içmesinin takdir edilecek bir davranış olduğunu anlasın istemiştim- bıraktım. Kobe, tüm ilginin Tahin'e yönelmesini biraz yadırgıyor gibi ama yapacak bir şey yok... Umarım gelecek günlerde tedaviye devam etmemize engel bir soğukluk da girmez Tahin'le. Veterinere gitmek, gelmek, yabancı ortama girmekteki tedirginlikleriniz, geliş gidişteki huzursuzluklarınız... hepsi beni psikolojik açıdan çok ama çok yoruyor, sende de öyle olurdu.

Senin taşıma kafesini yine kullanamadım ne yazık ki. Aslında düşündüm, hatta niyetlendim. Bu belki de kırık, Fıstık'ım bunu makul bulabilir, bana alınmaz dedim... Ama almak için yatak odasına gittiğimde gözümün önüne sen geldin, kafesin alt tarafında kalmış birkaç tüy topağını da görünce yapamadım.

İşte böyle benim güzel meleğim. Her duama seni iliştiriyorum hala, senin için en güzel yerleri diliyorum ve seninle bir gün yeniden kavuşmayı. Bugün anneanneme bol bol seni ve avcılıklarını anlattım. Havalar ısındı ya, sinekler çıktı ortaya, seni her zamankinden çok anıyorum. Keşke burada olsaydın. Seni çok, çok seviyorum benim canım prensesim. Sana yaşattığım ve yaşatamadığım her şey için özür dilerim gözümün nuru, biriciğim. Umarım çok mutlusundur...

-