30 Eylül 2016 Cuma

56. gün

56 gün ya, koskoca 56 gün. 8 hafta. 2 ay. 12 aydan bir tanesi daha. Günler geçiyor ve ben belki de bir şeylere yarıyor umudu ile ilerlerken, aslında hiçbir şeye yaramadığını bir kere daha görüyorum. Son 3 gündür seni çok arıyor ve çok özlüyorum canım meleğim. Seninle ömrümüzün çoğunu kapalı havalarda geçirdiğimizden, kapalı havanın olduğu bir sabaha uyanmak canımı kat be kat yakıyor ve sonbahar geldi... Gidilir miydi be kızım...
Binanın altındaki marketin yanına, bi anne kedi yavruları ile birlikte yerleşmiş. Üç gün önce Eren kahvaltı için ekmek almaya gittiğinde görmüş. Aslında o güne kadarki günlerde her gün çıkıp kedi besledim, ama görmemişim, senin mamanı paylaşıp afiyet ve senin adına teşekkür diledim küçük kızım, umarım rızan vardır. Ama yarım kalmış paketini asla kimseyle paylaşamayacağım. Ah, Pro Plan 400 gramlık mamalar. 400x2'lik paketlerden tam 5 kutu almıştım.. 5. Ah Fıstık, ne desem acımı anlatamam.
Marketin yanındaki kedilerin varlığından haberdar olmadan bir gün önce bir hissi çok özlemiştim Fıstık. Eve yaş mamayla gelme hissi, evden yaş mama almak üzere çıkmak hissi, ‘bugün onu mutlu edeceğim’ hissi... Tramvay yoluna kadar iniyordum normalde kedi beslemek için, kırtasiyenin karşısındaki sitenin bahçesinde sarı benekli 3 kedi var. Desenleri o kadar benziyor ki, bir süre aslında onları 1 tane sanmıştım. Sonraları ziyaretlerim sırasında 3 tane olduklarını anladım. Bu beni tek şaşırtışları olmadı, devam eden ziyaretlerimden birinde de yavru sandığım 6-7 aylık miniğin, aslında bir anne olduğunu fark ettim. Yavrular bir böcek gibi duvarın altına nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde girip orada saklanıyor insanoğlunun her türlü tehlikesinden. Yaşasan kaç kızgınlıkla daha baş etmeye çalışmış olurduk meleğim? Neyse... Anne hali beni etkiledi ve her zamankinden düzenli gitmeye başladım beslemek için. Sanırım bu düzen onları yakın bulmama sebep oldu. O gün o konserve mama özlemimi de onlarla gidermek, kendimi yatıştırmak istedim. Kapları falan ayarlayıp koydum sırt çantama, bir şişe su, kuru mama paketi... Veterinere gitsem annemle babamın işten dönüş saatine kadar eve dönemeyebilirdim, bunun bir takıntı olduğunu düşünüp bazen geriliyorlar, daha çok da babam... O yüzden marketlerden almaya karar vermiştim. Makromarkette sadece Bonnie diye bir marka vardı, 415 gramlık koca bir konserve kutusu var. Alsam birkaç kediye fazlasıyla yeter diye düşündüm önce, sonra da dedim ki kızıma yedirmediğim bir şeyi bu kediciklere de yedirmeyeceğim. Migrosa kadar inip Felix mama aldım 2 tane. Sheba adında bilmediğim bir marka, Felix, Bonnie, Champion ve Whiskas markaları vardı. Shebayı o zamana kadar duymamıştım ama aynı gün eve döndükten sonra tesadüf eseri takip ettiğim yabancı instagram hesaplarının birinde gördüm. Nihayetinde içlerinden kızımın yediği Felix vardı ve ben de onu aldım. Üç kedinin olduğu bahçeye ulaşana kadar 2 kediyi daha kuru mamayla besledim. Bahçeye ulaştığımda ne kadar çağırdıysam da gelen kedi olmadı, ben de eninde sonunda gelir umuduyla ama aynı zamanda ya gelmezse tedirginliğiyle, mamanın yarısını ayarladığım kaplardan birine boşaltıp yavruların yakınına bıraktım. Bir kaba da su doldurdum. Kalan yarımı da az ileride Fıstığımın bana geldiği bahçede denk geldiğim, beni ağlatan tekirle paylaştım. Eve çıkarken bir kedi görüp seslendim ama arabanın altına kaçtı, ne kadar seslendiysem de çıkmadı. O kadar ki onu çağırırkenki sesime uzaklardan bir tekir koşup geldi. İkinci paketin yarısını ona koydum, bir de baktım ki memeleri kocaman. Bu ara ortalık anne dolu Fıstığım. Bir dakika içinde bitirdi koyduğumu, koca memelerinin de hatrına, kalan yarımı da ona verdim, diğer kediler bakadursun. Hemen afiyetle yedi, ben de sonrasında da acıkırlarsa diye kuru mama da bırakıp uzaklaştım.
Yine de itiraf etmem gerekir ki, özlemimi asla gideremedim, aynı şekilde hissedemedim, hatta kuru mamadan farklı bir şey hissedemedim meleğim. Sen bambaşkaydın...
Ertesi gün evimizin hemen altındaki anne ve kedilerle karşılaşmak büyük bir şans oldu benim için. Tekir anne kendini sevdirmeye çok istekli, ama o senin gibi safi tekir değil, beyazlı alanları da var. 4 yavrusu var, biri kapkara ki en hareketli en cingözü de bu, ikisi siyah beyaz biri smokin gibi, biri de safi tekir. Siyahın hareketliliği onu tatlılaştırmasa, içlerinde en tatlısı safi tekir olan, zaten benim en sevdiğim kediler de o türler. Allah hepinizi korusun. Çoğu hareketi yeni öğreniyorlar, birbirleriyle boğuşmaları, zıplaya zıplaya yürümeleri öyle komik ki... Yavrulara hiç dokunmadım, hiç yönelmedim bile anne rahatsız olmasın ya da beni tehlike olarak görmesin diye. Günde 2 kere, bir sabah bir akşam inip anneyi seviyorum. Boynunu, başını, burnunu kaşıyorum, dikelttiği kuyruğunu okşayıp indiriyorum. Bazen çok keyfe gelip yere yatıp göbeğini açıyor, kızarmış memeler çıkıveriyor ortaya, yine de göbeğine asla dokunmuyorum, malum göbek temasından 6 iğne yedim. Bitti bütün aşılarım meleğim. Tek doz tetanozun 2-3 yıllık koruyuculuğu varmış, devam edersem ona edeceğim. Onu da takvimince tüm dozları ile olursam doğurganlık süresi boyunca koruyuculuğu olacakmış. Yine de o kadar sancılı bir aşıydı ki devam etmek isteyip istemediğimin kararını henüz netleştirmedim. Göbek teması demiştim... Sanıyorum ki göbeğini açıp yattığında bile tek istediği boyun kaşıtmak oluyor, patileriyle elimi tutup başına götürüyor bazen de ısıracak gibi naif tehditlerde bulunuyor. Bu bana seni hatırlattı ve çok dokunaklı geldi. Benim canım kızım...
O kadar keyiflenmesine rağmen hiç gurladığını duymadım annenin, sadece bu sabah, sanki gurluyor gibi bir titreşim hissettim sırtını okşarken. Bilemiyorum. Benim canım kızım nasıl da göğsüme yatıp gurlardı...
Öyle işte canım kızım. Sensizlik çok zor. O beyaz benekli diline ah nasıl bir özlem içindeyim. Çığlıkları geride bıraktım derken nasıl yenilerini biriktirmekteyim... Sen mükemmel bi kediydin, sanırım ben seni hak edemedim. Beni bağışla. Beni seçtiğin için sana hep müteşekkir kalacağım. Tanrıya şükredeceğim. Seninle geçirdiğim her bir gün için. Yine de ne biliyor musun meleğim, yine de kabullenemeyeceğim...
Bazen mutfak tezgahında iş yaparken aniden dönüp yerine bakıyorum oradaymışsın gibi. Orada olmadığını biliyorum, bunu bana yaptıran da ne bilmiyorum. Alışmışlık mı, yoksa bir umut mu? Her şeyin bir kabus olabileceğine dair hala sakladığım bir umut... Yoksa gözümde canlanan siluetle özlem gidermek mi? Bilmiyorum. Umarım çok mutlusundur Fıstığım. Umarım Allah seni ennn güzel yerlerde ağırlamaktadır, bunu tüm kalbimle diliyorum. Ve öldüğümde sana yeniden kavuşabilmeyi.
Seni çok seviyorum ve hep seveceğim. Kalbimin en özel yerinde kalacaksın.

21 Eylül 2016 Çarşamba

47. gün

Benim meleğim, benim bal kızım, benim güzel gözlüm... Nasılsın? Mutlu musun, her şey tam da istediğin gibi mi, en güzel yerlerde ağırlıyor mu seni tanrım? Bütün dualarımda bunu diliyorum cennet kokulum.
10 gün yazmadım diye seni unuttum sanma sakın. Her gün aklımdasın, gözümde canlanan hayallerde, göz pınarlarımda, yanaklarımda ve nihayet ellerimde. Seni düşünmediğim çok az vakti var günün, hala her gün senin için göz yaşı döküyorum sektirmeden. Sen hiçbir yere gitmedin, ben seninle konuşmayı da kesmedim, kalemi elime alamadım sadece.

O gün anneannemlere doğru yola çıkmışken senin yanına da geldik. Şehir ötesine Özge ile gittiğimizden seni ziyaretimize o da ortak olmuş oldu. Rüzgarın esiş yönünden midir bilemiyorum, o ziyaretimizde mezarlığa gelen pek de hoş olmayan bir koku vardı, o yüzden annemler rahatsız olup uzakta durdular, bu benim işime geldi. Yine seninle içimden geldiği gibi konuştum, yine bol bol gözyaşı döktüm ve rahatladım, yine öpücüğümü iliştirdim. Her seferinde "gelecek sefer unutmayayım" diyip her gelecek seferde de mutlaka unuttuğum peçeteyi, beni çağırdıklarında Özge verdi. Siyah, kalın bi peçete. O gün yola devam edeceğimizden, ziyaretin kısa olmasını istiyorlardı ve seninle zaten haftada bir olan ziyaretlerimin böylesine kısıtlamalar altına girmesi, beni daha istekli ve daha duygusal yaptı. Nihayetinde yine bana yetmeyen fakat onların talebinden uzun süren bir ziyaretle, seninle özlem azalttım -ama gideremedim- Pek kedi de sevemedik, ayrılıp yola devam ettik.
Mezarlıktan ayrılıp şehirler arası yolu bulacağımız sıra hava biraz daha ısındı. Yolu bulmak biraz zorlu oldu, dereleri tepeleri aşarken de bir köy gördük, adı Bilmece. Bu bizi biraz eğlendirdi, işte yolumuzu oraya düşüren de sen, bir yolculukta yüzümüzü güldüren de...

Yılın ilk mandalinasını yedim, yol boyunca da kabuklarını kokladım, araba tutmadı sayesinde. Derken dedemlerin evine vardık. Arife günü, bayramın 1 ve 2. günleri boyunca orada kaldık, 3. günün sabahında hep birlikte döndük. Kalabalık içinde acımı yaşamaya fırsatım olmuyor, ama bunun acıyı silikleştirdiğini asla söyleyemem. Yalnız kaldığım anlarda yine sana sesleniyor, yatağıma yattığımda yine gözyaşı döküyorum. Bastırdığım üzüntümü, uygun ortam oluştuğunda olağanca şiddetiyle tekrar karşımda buluyorum. Oradaki 2. gecemde (13 Eylül) rüyama geldin ilk kez, bir mutlu uyandım ki sorma. Ama öylece durdun; ne yaklaştın, ne de ben yaklaşıp seni sevebildim. Bir aynada seni ve kendimi gördüm, ama bir tabloda gibi, hiç hareket etmedik. Bu kadar geldiğin için bile minnetarım benim güzel meleğim. Harika bir bayram hediyesiydi...

Bayramın 3. günü, döndüğümüzde çok garip bir şey oldu. Ercan ile buluşmaya gidiyordum ve günlerdir gideremediğim özlem dolayısıyla çok duygusaldım. Adını seslenerek tramvay yoluna doğru iniyordum ve sanki bir yerlerden çıkacakmışsın gibi hissediyordum, karanlıkta bana bakan bir çift göz arıyordum resmen. Seslenirken sesim çatallanmaya, titremeye başladı ve nihayetinde seninle karşılaştığım yere de yaklaştığımda, ağlamaya başladım. Gözlerim seninle karşılaştığım yerdeki demirde, ağlarken birden bir çift göz gördüm, tam da karşılaştığımız zamanki büyüklüğünde, bir tekir yavrunun gözleri. Senle karşılaştığımızdan beri -sen gitmeden önce de- her geçişimde gözlerimle o bahçeyi tarıyordum ama hiç kedi olmuyordu. Bu karşılaşma bana büyük bir sürpriz oldu. Gülümseyip teşekkür ederek yoluma devam edip, daha çok ağladım...

Döndükten sonra perşembe günü Ercan abinle bir kez, pazar günü de dayımla bir kez yanına geldik. Ercan'la ziyaretimiz biraz acele oldu. Ulaşımımız taksi ileydi ve çok uzatamadık. Ziyaretimizde ilk kez mezarlıkta biriyle karşılaştık, Efe köpeğin insanıymış. Efe ile görüşmesi bitip ayrılırken, bize de baş sağlığı diledi amca. Teşekkür ettik, kedisinin mi köpeğinin mi olduğunu sormak istediğimde köpeğim değil evladımdı diye söze girdi. 8 yaşındaydı, 8 yılda 8 dakika ayırmamışımdır yanımdan dedi. Trafik kazası ile kaybetmiş. O kadar yakınımı kaybettim, annemi, babamı, eşimi dostumu, hiçbiri beni bunun kadar etkilemedi dedi. Her hafta gelip ziyaret ediyormuş. Barınağın içinde araba kullanımı mümkün değil, mezarlığa çıkan yokuşu yürüyerek çıkmak gerekiyor. Bunu bazen gözü kesmeyip, arabasıyla tel örgünün ötesine gelip, oradan duasını edip gidiyormuş. Aslında bey efendiyle karşılaşmamız Ercan'ın beni anlaması ve üzüntümü abartmadığımı görmesi açısından iyi oldu. Anne-babamlayken karşılaşmış olsak, muhtemelen "bir başka takıntılı daha" der, geçerlerdi. Ziyaretimiz sırasında görevli, bir haftaya kadar mezar taşlarının da geleceğini söyledi, heyecanlandım. Aslında mezar taşının monte edileceği girinti, şimdilik suluk gibiydi kuşlar için. Ben kızımın mezarına başka suluklar yaparım. Çiçekler ekerim. Pazar günkü dayımla ziyaretimizde bir duygu yoğunluğu yaşayamadım, seninle irtibat kurmuş gibi hissedemedim kendimi meleğim, aralığın kısalığından mı, yoksa sen mi bana eşlik etmek istemedin bilemiyorum. Ama o ziyareti gerçekleştirmem şarttı çünkü bir sonraki pazar günü sınav için Ankara'ya geçeceğimden yanına gelemeyecektim. Sana bunu haber verip, beni mazur görmeni istedim ve af diledim. Anlayışla karşıladığına eminim, normal şartlar altında seni asla yalnız bırakmayacağımı biliyorsun. Dayımla vaktimiz boldu, kedilerle bol vakit geçirdik. Beni ısıran kedi o sefer de bize eşlik etti, ipek gibi tüyleri, bana seni öyle anımsatıyor ki. Yine bol bol okşadım sevdim, istediği kadar ısırsın, oradan bir kedi edinecek olsam onu edinirdim. Ben de böyle biriyim işte... Ziyaretimizin ardından yol üzerindeki çay bahçesinde durup doğayla iç içe çayımızı da içtik ve döndük.

İşte böyleydi günlerim Fıstığım... Bazen yanımda olduğuna emin oluyorum ki sana müteşekkir oluyorum, bazen yokluğunu en net haliyle görüp kahroluyorum, ama her günümde olduğunu mutlaka bil bal bebeğim. Seni çok seviyorum.

11 Eylül 2016 Pazar

37. gün

Gözlerimde kırmızı kemik gözlük, saçım yukardan toplanıp çirkin bi topuz yapılmış. Altımda siyah bi eşofman, üstümde lila gövdeli mor kısa kollu, üzerinde flower yazan bi pijama üstü. Ayağımda beyaz babet, kucağımda bi kedi.
Bi metal masa üzerinde, hala ipek gibi tüyler, hala sıcacık bi beden. Cevapsız kalan çığlıklarım.
İşte hayatımın en büyük travması.

37. gün

Bugün senin yanına geleceğiz meleğim! Yine toprağını okşayacağım, yine sana değeceğim, ah tatlım benim. Bugünlerde yine üzerime bir hüzün oturdu. Evde yalnız kaldıkça seninle konuşuyorum, ne olacak bu halimin sonu hiç bilemiyorum.
Bugün bayram arifesi, geçen bayramı Ercan'ların yanında geçirmiştin meleğim hatırladın mı? Biz seninle bir bayram bile geçiremedik. Hoş, burada pek tanıdığımız olmadığından bir bayram gününün bizim için diğer günlerden çok da farkı olmazdı. Tanıdığımız olsa ve gelen giden olsa da sen memnun olmazdın. Ah benim güzeller güzelim.
Bayram için anneannemlerin yanına gideceğiz, sonunda bağırabileceğim bir yere kavuşacağım Fıstığım. NEDEEEEEEN diye bağıracağım, NEDEN? NEDEEEEEEN?! Dağlar taşlar bana tekrar neden diye cevap verecek, bilmiyorum bu kadar soruyla nasıl baş edeceğim.
Seni çok özledim güzel kızım. Sen benim en kıymetlimsin, seni beklemeye devam edeceğim.

7 Eylül 2016 Çarşamba

33. gün

Dediğim gibi, bunu hak etmek için sebepler aradım ve aramaya devam ediyorum. Hata ettiğim, ayıp ettiğim, kırdığım kişileri hatırladım ve onlardan özür diliyorum. Benim canım kızım, gittikten sonra bile beni temizlemeye ve ruhumu dinginleştirmeye devam ediyorsun. Dikenli dillerini sevdiğim melek...

6 Eylül 2016 Salı

32. gün

Meleğim, merhaba. Keşke beni bu blogda karşılayabilsen, şakaklarını, yanaklarını sürsen merhabama karşılık, kuyruğunu dirençle kaldırıp, sırtın boyunca okşayarak indirmemi beklesen. Ah bebeğim, hiç değilse burada...
Birkaç gündür sürekli yazmak istiyordum ancak bir türlü yaşadıklarımı yazıya dökecek fırsatı bulamamıştım. Kendimi seninle zaten sürekli irtibat halinde hissediyorum. Pazar günü gidişinin üzerinden tam 30 gün geçmişti, yanına gelebilmek bana bir nebze daha iyi hissettirdi. Her geldiğimde toprağını okşadığımdan mı, yoksa toprak altında da gerçekleşen (ah) olaylarla mı bilmiyorum, toprağın giderek düzleşiyor. Hava sıcaktı, kurumuştu toprağın, göz yaşlarımla ıslattım, umarım ferahlamışsındır. Öpücüğümü bıraktım, o da toprakları aşıp değmiştir yanaklarına umarım. Ah benim bal kızım, böyle mi hasret giderecek, böyle mi birbirimize tutunacaktık?
Henüz hiçbir eşyana dokunamadım ama bana vedalaşması en zor şey, kumun gibi geliyor. Yeni geldiğin zamanlarda, ilk kez bir kediyle olmam ve o kadar küçük halinle o titizliğini, patilerinin ve bedeninin minikliğine rağmen gösterdiğin o çabayı görmek bi an tam kalbime dokunmuştu. Yaratıcının varlığını sende hissetmiş ve gözlerimin önündeki bu mucize karşısında büyülenmiştim. Teşekkür etmiş ve Allahtan sana uzun bir ömür dilemiştim, yemin ederim. Sanırım bu yüzden, şu an da patilerinle kutsadığın o kumla vedalaşmak benim için çok güç. Onu kapalı bir fanusta muhafaza etme kararı aldım. Bu yüzden geçtiğimiz aşı günümde tek başıma ve geçtiğimiz salı günü annemle bazı yerlere baktık. İçimize sinecek bir fanusa ne yazık ki henüz rastlayamadık.
Dün 4. doz aşımı vurulmak üzere yeniden hastaneye gittim. Bu arada meleğim, alışveriş sitemizin verdiği mamalar bitti ve artık sokaktaki dostlarına senin açılmamış mamalarından vermeye başladım. Ah... Bu verirken içimi burmuş ama şu an yazarkenki kadar çok yakmamıştı. Dün ayın 5'iydi, sen gideli 1 ay olmuş oldu Fıstık koskoca 1 ay. Bir yılın on ikide biri olan bir ay. Bu bir aydan on iki tanesini art arda yaşarsam bir yıl eder Fıstık ve ben bir tanesini tükettim, sensiz. Sensiz! Acım o kadar taze ve kalbimdeki yangın öyle harlı ki, takvimlerden ve insanlardan uzakta yaşasam, yemin ederim ölümünün yalnız birkaç gün önce olduğunu düşünürüm. (ah) İçim dün nasıl yandı, saat 7'den 8'i yine nasıl zor buldu, anlatamam.
Eve annemle birlikte döndüm. Tramvaydan indikten sonra kırtasiyenin karşısındaki bahçedeki yavru sarman kediye senin mamandan ikram ettim. Babam bizi marketlerin yanından aldı ve birlikte yukarı çıktık. Her şey iyiydi. Ağlamıyordum. Zaten kimseyi kızdırmamak için, acımı ulu orta yaşamamaya artık gayret ediyorum. Yemek saatinde bir sohbet ederken, babamın patronunun kırdığı onca cevize karşılık yaver giden şansından söz açılmıştı, esprili bir ortam vardı, ben de sadece bir cümleyle, üstelik sesimin de titremediği bir cümleyle, "Ben de burada Fıstığımın başına bunlar neden geldi diye düşüneyim" minvalinde bir cümle kurdum. Annem gülüp geçti, babam konuyla alakasını anlamak üzere cümleye odaklandı. Ben de olan biteni benim ya da kızımın hak etmesi için aradığım sebeplerden bahsettim. Başta şefkatli gibiydiler, doğumu sırasında annesi ölen çocuklardan, 1 yaşında bir kazayla yetim ve öksüz kalan çocuklardan, yakınların ölümünün hak edilen bir şey olmadığından bahsettiler. Konu onun için yapılabileceklerin yapılmış olmasına geldi ve babam giderek gerildi, en sonunda beni bu 1 ay içinde en yaralayan cümleyi kurdu: “Belki de öldürerek Allah o kediyi senden kurtardı”
Belki de ertesi gün ruhu, ayakları yere basan bir başka kedide hayat buldu diye devam ediyordu cümle. Biri o an kafama, kalbime bir balta indirse, ancak o kadar şok olur ve ancak o kadar acı duyardım. Kedinin evde bir nevi hapis olduğunun bahsi daha önce de çok kere açılmıştı ancak bu cümle, tüm yaşanmışlıkların ve tüm anıların üzerine tüküren, bir canı yakabileceği kadar yakan bir cümleydi. Üstelik ağızdan kaçmış bir cümle de değildi, akabinde 2 kere daha, aynı cümleyi aynı kelimelerle kurdu.
Bu hissettiğim suçluluğa bambaşka bir boyut ekledi. Kızımın o mülayim ruhunu hapsetmiş, daraltmış, bunaltmış ve incitmiş miydim? O naif bedenini Allah benim yüzümden mi incitmiş, o küçücük bedene benim yaptıklarım yüzümden mi kıymıştı? Bebeğimin eve geldiği günkü fotoğraflarına baktıkça kahroldum. O minik o masum gözlere, ah bebeğim her şey benim yüzümden mi oldu?
Annemle babam komşularımıza gittikten sonra bu düşüncelerle seni kaybettiğimden beri belki de ilk kez bu kadar dolu ve bu kadar çok ağladım. Yemin ederim o güzel ruhunu daraltmayı hiç istememiştim, sana bir tasma almıştım biliyorsun gezmemiz için, kullanamadan gittin. Ama yine de çok özür dilerim. Seni ne fiziksel olarak ne de ruhen, incitmeyi hiç istemedim canım kızım. Benim biricik bebeğim, benim meleğim, benim güzel gözlüm, eğer öyleyse beni affet. Ah kalbimdeki yangının tarifi yok, benim güzel çiçeğim. Prensesim benim. Ah...

3 Eylül 2016 Cumartesi

29. gün

Kızım beni bugün de karşılamadı.
Bekledim, yemin ederim bekledim...

2 Eylül 2016 Cuma

28. gün

Benim meleğim, benim canımın canı, nasılsın? Keyfin yerinde mi, yolunda mı her şey, mutlu musun orada? Korkaklığını attın mı, kaynaştın mı diğer arkadaşlarınla bebeğim? Kendini ezdirmedin değil mi, hırpalatmadın, zaten gidişin canımı yakıyor dahası olmasın nolur, kıyamam. Uslu uslu yalaştınız mı güzel kızım, seviştiniz mi arkadaşlarınla, oyunlar oynadınız mı? En sevdiğin yemekler hep yanındadır ve dileğince uyuyabiliyorsundur umarım.

Ben seni çok özledim meleğim. Başımı gövdene koyup yattığımdaki, karnından gelen sesleri özledim. Islak ellerimi kıyafetime sildiğimde elime yapışan tüylerini, seni öptüğümde dudaklarıma firar eden tüylerini... Kumunu eşeleme sesini özledim meleğim, mamanı yerken çıkardığın katur kutur sesleri, mama yerken kapıda beliren gölgeni özledim. Rüyamda o gölgeyi görür gibi oldum, sonra heyecanımdan uyandım...