13 Kasım 2017 Pazartesi

464. gün

Evimizin yeni kedisi geldi. Ben seni özlemek için bahane arıyorum galiba Fıstık. Benim güzel bebeğim.

7 Kasım 2017 Salı

458. gün

Size yazmayalı neredeyse 2 ay oldu canlarım. Sanmayın ki bu sürede sizi unuttum, eskisinden neredeyse daha çok anıp daha çok özledim. Bir kediyle yaşamak ister istemez insanın eski anılarını canlandırıyor, iki kedi arasında ister istemez ortak noktalar oluyor, bir iletişim sesi, bir ses tonu, alıp bir yıl, iki yıl öncesine götürüyor beni. Ah nasıl özlüyorum...
Aslında bilgisayarı tamamen farklı bir amaçla almıştım elime, flash belleğe birkaç dosya atıp bırakacaktım, ama nasıl doldum nasıl doldum, buraya taşmak istedim.

Şeker eve geleli 1 ay 6 gün oldu. O gelmeden önce bir kediyle yaşamayı çok özlüyor ve çok istiyordum; o geldikten sonra ise anladım ki her kedinin yarenliği bir olmuyormuş. Şeker şimdiye kadar gördüğüm kedilerden çok farklı, çok yaramaz çok hareketli çok meraklı ve çok inatçı. Onu Kurban Bayramının arifesinde tramvay belediye evleri durağının oradaki üst geçitte bulmuştum, yani arabaların vızır vızır geçtiği bir yerde. Bir süre bekleyip annesinin olmadığından emin olduktan sonra hayat arkadaşı olmak üzere kararımı verdim. Fakat hala tam olarak arkadaş olabildiğimizden emin değilim. Bahsettiğim özellikleri ona daima anlayışla yaklaşmamı biraz zorlaştırıyor. Bir kedim daha olursa tırnaklarını kesmeyeceğim, bir kedim daha olursa ona kedi olmaktan ötürü yaptığı hareketler için kızmayacağım, ona asla kızmayacağım diyen ben, bazen kendimi bazense onu korumak adına kızmak zorunda kalıyorum. Bazen sabrımı yitiriyor ve ona bağırıyor, bulunduğum odadan çıkarıp kapıyı kapatıyorum. Haftasonları Akkuş'tan ayrılmayacağım bir vakit gelene dek bayramdan 1 Ekim'e kadar ona annemler baktı. Baktıkları süreçte Fıstığımla olan tecrübemizden farklı durumlar yaşadıklarını, Şeker'in beni çok zorlayacağını söylediler ancak ben kendimi neredeyse kedilere fısıldayan kız olarak gördüğümden bu sözleri dikkate almamıştım. Geldiğinde anladım ki çok haklılarmış. Sadece Fıstık'tan değil, tanıdığım tüm tüm tüm kedilerden çok farklı.

Gelişi ile birlikte ellerim tırnak ve diş izleriyle dolduktan sonra, sabrın sonunun selamet olmayacağını nihayet idrak edip 10 günün sonunda tırnaklarını kestim. Dişleri kaşındığından ve kendisi en uygun kaşıma aracı olarak ellerimi tespit ettiğindendi ellerimin kırmızı bir string tabloya dönüşü, ama bir yerden sonra ağız taramalarına ve flor uygulamalarına bu ellerle katılmak mahçup etmeye de başladı. Ve de bu sabır Şeker'i ya da beni bir yere götürmüyorken, canımın acısı da eklenince bunu yapmaya karar verdim. Elimi ısırmaları için internette okuduğum yöntemleri denedim ancak ilk haftalarda hiçbir gelişme gözleyememek beni karamsarlığa sürükledi. Allah'ım uzun ömür versin, bunu söylediğim için hem Allah hem Şeker beni affetsin ama "acaba çok istedim diye Allah'ım beni sınıyor mu" diye düşündüğüm bile oldu. Şimdi şimdi bu ilgisi azaldı gibi, sanırım ve umarım.

Bir diğer problemi ise kendisinin lavaboları yalama isteği sebebiyle yaşadık. Ben zaten bu konuda tedbirler almaya çalışıyordum çünkü ya deterjan kalıntılarının ya da oraların kirinin en nihayetinde zarar verebileceğini düşünmüştüm. Lavabo etrafına bantlar kapladım ama üzerine basıp sanki normal bi yüzeye basıyormuşçasına lavaboya yine de gidiyordu. Hedefe ulaşan yolda çekilen çileyi kutsal saymıyor ignore ediyordu resmen :) Normalde uzattığımda mandaline ardı ardına patiler savuran kız, lavabonun yanına koyduğumda yanından geçip gidiyordu. Her seferinde sabırla alıp yere koymakta da çözüm bulamadım. En sonunda mutfak lavabosunun ortasına bulaşık leğenini koymakta buldum çözümü. Tümünü kaplamasa da ulaşımını %90 engelliyor. Diğer lavabonun da ortasına ilk günler köpük tabaka koymuştum. En sonunda onu kırdı. Ağır bir şey koysam belki tırmanırken vs üzerine düşürür bir yerine zarar verir diye düşündüm ve en sonunda pes ettim. Oraya olan ilgisini koruyor. Aslında ilgi korumak açısından düşününce mutfak lavabosuna olan ilgisini de koruyor ancak oraya ulaşamıyor.

Neyse işte, demek istediğim, bazen onun tüm bu inatçılıklarıyla uğraşmak çok zor oluyor. Bir an lavaboyu yalamaya inat ediyor, bir an bilgisayar kullanım halindeyken üzerine çıkmaya yatmaya, bir an elimi kolumu ısırıp tırmalamaya, bir an üzerime tırmanmaya... hele iş kıyafetlerimi giydiysem... Allaaaah....

Yani ne bileyim, bir de bu kedide sabrettiğim şeyleri ve sende tepki gösterdiğim şeyleri kıyaslayınca benim melek Fıstıkım, vicdan azabım, utancım, acım öyle büyüyor ki kelimelere dökemem. Geçtiğimiz hafta Eren Samsun'a ziyarete gelince ben de gittim (Şeker'e Hilal eve gelip baktı) ve mezarını ziyarete geldim. Haftalardır, ziyaretlerdir bu kadar çok ağlamamıştım. Sen ideal, sen mükemmel bir kediydin. Sana yaptığım ve yapamadığım her şey için, bir kere daha, kalbimin en derinlerinden gelen en koyu hislerle özür dilerim. Sen gerçekten, "mükemmel"din...

Tahinim... Seniyse Şeker'in ilk geldiği günlerde öyle çok düşündüm ve içim öyle ezildi ki. Şeker'in ses tonu aynen seninkine benziyor, kucağıma aldığımda ama bunaldığında çıkardığı ses, seninkiyle neredeyse aynı. Ve tabii cılızlığı... İlk günlerde bu benzerlikler senin için sık sık üzülmeme sebep olmuştu.

Böyle diyorum diye diğer günler hiç aklıma gelmiyorsunuz sanmayın. Her gün ama istisnasız her gün aklıma mutlaka geliyorsunuz canlarım. Umarım çok güzel yerlerdesinizdir. Allah'ım bağışlasın ama ikinizin de bu kısa ömrü hak etmediğinizi düşünmeden edemiyorum. Sizi çok seviyorum. Umarım bir gün size kavuşurum ve hasret giderir, bu sefer birbirimize doyacak kadar vakit sahibi oluruz tabii doyabilirsek. Siz çok kıymetli kedilerdiniz. Bana yaşattığınız tüm sıcak duygular için size minnettarım.
Yanınıza gelmezsem, tekrar mutlaka yazacağım. Söz :)

18 Eylül 2017 Pazartesi

409. gün

Bu sabah aklıma Tahin geldi. Onu ilk veterinere götürüşüm sırasında başını koluma koyup yolu izleyerek sakin sakin gidişi, bir tek pazarda balık kokusu alışından ötürü olduğunu sandığım heyecanlanışı. Veterinerde kucağıma yönelişi. Yaşamak ve ölmek, ne garip ne hüzünlü. Bir var bir yokluk. Şimdi kimbilir neredesin Tahinim. Benim minik narin bebeğim...

Bir haberim var kızlarım, müjde midir kara haber mi bilmiyorum. Bayram öncesi Samsun'a geçtiğimde beledive evleri kavşağında yol kenarında miyavlayan bir kediye denk geldim. Annemler Ankara'dan döneceklerdi, anahtarım da olmadığından bekleyecek vaktim boldu kedinin yakınında bekledim. Çok uzun süre beklememe rağmen gelen giden anne olmadı. Zaten bir annenin bırakması için de işlek bir yol kenarı çok uygun sayılmazdı. Bayram tatili bitene kadar kendini toparlaması için evde bakıp, sonrasında sitenin bahçesine bırakmak üzere aldım. Anne ve babam o akşam bana o kadar kötü hissettirdiler ki, bir ara içimden Samsun'a keşke gelmeseydim diye düşündüm. Kediyi yine kendi odama koydum. Uzun zaman oldu. Veteriner aslında dişlerine bakarak yaklaşık 2buçuk 3 aylık olduğunu ama çok bakımsız kaldığı için vücutça küçük olabileceğini söyledi. Ben 1 aylık olup olmadığından tereddüt ediyordum. Fıstıkımı eve getirdiğim zamanlara yakınmış. Fıstıkım pofuduk tüyleri ve bakımlı haliyle çok daha farklı duruyordu. Benim küçük meleğim. Bana ne anılar bahşettin, nasıl mutlu ve geldiğimiz noktadan nasıl üzgünüm anlatamam.

Gelecek günlerde kedi evime gelecek. İçim hiç rahat değil. Bir yanda ihanet hissi, diğer yanda kediyi sevememekten duyduğum korku.. ya da onu kaybetmekten. Aaaah ah...

Sizleri çok seviyorum canlarım. Lütfen beni terk etmeyin.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

386. gün

ikinizi de çok özledim...
Bu haftaiçi aklıma birkaç kez Tahin geldi, nedendir bilmem, yoksa bugünlerde mi tanıştık, bugünlerde mi veterinere gittik kucak kucağa minik kız?
Fıstıkımın da evdeki bazı olgun hareketleri... şu an beni ağlatan, üzerine ilerleyen bir şey varsa geri geri adım atışı. Ah benim canlarım... Siz bu kısa ömürleri hiç hak etmediniz...

17 Ağustos 2017 Perşembe

377. gün

Benim güzel gözlü miniğim, benim tatlı bıyıklım... sen nerelere gittin?

6 Ağustos 2017 Pazar

365. gün

Saat 00:28, 5 Ağustosu ardımızda bırakalı az bir vakit oldu.
Bir geçen yıl bu saatlerdeki halimi düşünüyorum, bir de şimdiki.
Eve saat 23.30 gibi geldim, geçen yıl olanları an be an saat be saat hissetmeye, hatırlamaya çalışmadım.
Sadece çarşıdayken bir ara telefonumdaki notlardan Fıstıkımın gittiği saate baktığım sıra, onunla ilgili aldığım notları gördüm
sanırım beni gülümsettiği anıların bir araya geldiği bir not
gülümsedim.
Bana bunların hepsini yaşatan, gidişinden sonra onca kediyi doyuracak sevgiyi bırakan melek...
sen bir melektin, doğduğun andan itibaren...
benim içimde hep bir sızı olarak kalacaksın.
Şu kara günde, senden bir kere daha özür diliyorum.
Her şey için binlerce kez teşekkür ederim.
Allahımın bizi bir gün yeniden karşılaştırması ve seni çok mutlu etmesi dileğiyle... sen beni çok mutlu ettin.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

355. gün

Aklımda hep o çekingen bakışların, seni çok özleyeceğim Tahin.
İçimi dağlıyor seni düşünmek, bu kısa hayatına en çok şeyi sığdırmak için miydi tüm o hızın, telaşın?
Benim için her tortoiseshell sensin. O ince kibar bedenin. Kedi evinin içine acaba orada mısınız diye elimi uzattığımda kavradığım narin bacakların, patilerin.
Ah benim canım güzelim...

21 Temmuz 2017 Cuma

350. gün

Minik prensesim Fıstık...
Babamın seninle ilgili söylediği bir söz bana hep çok dokunaklı gelir.
Bir gün babam yemek yerken bacaklarına tutunup başını kaldırarak, hem yenene göz atmış hem de babama kendini hatırlatmışsın.
Ama hiç miyavlamamış, masaya zıplamamış, pati atmamışsın.
Babam demişti ki, "Aynen Bensu gibi. ‘Ben burdayım, bir şey verirsen’ diyor."
bunu ne zaman hatırlasam içim ezilir.
Seni çok seviyorum ve çok özledim Fıstık. Sensiz bu kadar gün nasıl geçti hayret ediyorum.
Çok üzgünüm....

20 Haziran 2017 Salı

319. gün

Merhaba benim canlarım... Bu blog benim için hep sizlerle dertleşme, sizlerle buluşma ortamı oldu ve bunun herkesin izleyebileceği ama nasılsa izlemediği bir ortamda oluşu bir çekimserlik ve bir rahatlığı beraberinde getiriyordu.
Bugün ilk kez, aynı şekilde tutulan bir bloga rastladım. Blog sahibi bundan tam 17 yıl önce 25 yaşında bir trafik kazasında kaybettiği oğluna olan özlemini ve hislerini, bir blog üzerinde dile getirmiş. Okudukça ağladım.
Allahım travmatik ölümle yakınlarını kaybeden herkese, gani gani sabır versin...

17 Haziran 2017 Cumartesi

316. gün

Kediler ne şahıslarına münhasır dostlar. Fıstığımın yeri benim için her zaman bambaşka olacaksa da, düzenli beslediğim hiçbir kedi benim için diğerlerinin aynı değil. Hepsi çok özel ve kıymetli kediler.
Fıstık beni hayvan sevgisiyle ilk tanıştıran, en derin duygularımın, bu çağlayanın fışkırdığı memba.
Gümüş ilk yardımım, canım, benim için hep çok özel olacak.
Tahin gördüğüm en karakter sahibi, en naif, en hareketli en tatlı kedilerden.
Kobe bana bugüne kadar en çok sevgiyi göstermiş, bir tanecik.
Cici kız... Yeni arkadaşım. Onu şu an için güzel gözleri ve güzel yüzünden, ürkek Fıstıkı andıran tavırlarından başka ayrı bir yere koyabilecek kadar tanımıyorum.

Hepiniz benim en zor anlarımda yetiştiniz ve iyi ki yetiştiniz. Hepinizi iyi ki tanıdım, sizleri çok seviyorum. Yaşayanlarınıza upuzun mutlu bir ömür, gidenlerinizin en güzel yerlerde ağırlanmasını diliyorum. Pişmanlığım ancak yapamadıklarım içindir, sizin için her nr yaptıysam, yapma fırsatını tanıdığınız için ben teşekkür ederim. Yaşattığı haz tarifsizdi. Umarım bir gün hepinizle tekrar karşılaşırız.

7 Haziran 2017 Çarşamba

306. gün

Canım kızlarımı unuttum sayılmasın. Hala onları düşünmediğim tek bir gün dahi yok, sadece kedi konusunda kalbim biraz karışık, uyuşuk... Kobe'yi en son 26 Mayıs akşamı sevdim ve ona bir daha rastlayamadım. O pazar, pazartesi, geçtiğimiz pazar, pazartesi sokaklarda hep aradım ama bir türlü çıkmadı karşıma. En son danıştığım çocuklardan biri, bir kadının parkta bir süre siyah bir kediyi sevip sonra evine götürdüğünü söyledi, umarım gerçektir ve umarım o kedi Kobe'mdir.
Fıstıkımın gidişi, Gümüşün gidişi, Tahinin gidişi, ve son olarak da Kobenin gidişi... Bağ kurduğum kedilerin her birinin bu terkleri bende, artık, haliyle, acaba çok yanlış hevesler peşinde miyim hissini ve fikrini doğurdu. Sokakta bir kedi gördüğümde, hele de Akkuşta yine gönlüm sızlıyor, yanımda, elimde evimde imkanlarım dahilinde ne varsa paylaşmak istiyor ve paylaşıyorum, ama acaba bu burada mı kalmalı? Kedilerle bağ kurmamalı ya da bir kediyle bağ kurmanın hayalini de hiç kurmamalı mıyım?
Çünkü Tahinimin gidişinden sonra Kobeyi eve almakta kesin karar kılmış ancak kardeşimin sınav haftalarında ve bayram tatillerinde evde olamayacağımdan yalnız kalmamasını gözeterek bayram sonuna ertelemiştim. Bu zamanlama, yalnızca talihsizlik mi yoksa şevkimin kırılmasının da bir sebebi mi var?
Kedi sevgim böyle mi sürecek?
Sizleri çok seviyorum benim güzel kızlarım. Benim meleklerim.
Bana birer lütuftunuz, beni çok mutlu ettiniz, umarım benden razı da olmuşsunuzdur.
Affetmeniz dileğiyle...

23 Mayıs 2017 Salı

291. gün - Tahin...

2 gün önce aşağıya Kobe'ye yemek indirmişim, saat 7'ye geliyor, geçiyor belki. Yemeğini yemiş, kucağıma gelmiş. Birbirimizi sevip hasret gidermekteyiz. Merdivenden gelen sesler, tık, tık, tık, tık... Son basamağa geldiğinde pisi pisi diye rastgele seslenip, sonra beni gören Vildan Hanım. Ömer Amca'nın gelini. Spagetti ile kemik getirmiş, oradaki boş kaba boşaltırken, "Ayyy duydunuz mu diğer kedinin başına gelenleri" diyen, geveze hali.
İçime düşüveren ateş...

Ah ipek tüylü güzel kız. Ah nerede olsa başının çaresine bakar dediğim cennet parçası. Ah onca can acısında, onca bıkkınlığında bana bir kere tırnağını çıkarmayan bebek. Seni de unutmayacağım.

Şimdi fotoğraflara bir baktım da, sen de bana tam Fıstıkımın geldiği zamanlarda gelmişsin. Kasımın başı... Bir akşam, Gümüş ve yavrularına yemek indirdiğimde bas bas bağırarak apartmanın kapısının önüne geliverdin. Başta Kobe sandım seni, ama sanki cüssen ona göre biraz küçüktü. Dudağının üzerindeki beyazlığı, süt falan içmiş de onun bulaşığı sandım. Sonra biraz dikkatli bakıp sevince sitemizin yeni bir üyesi olduğunu anladım.

Karnın şişti, Hakan iç parazittendir dedi, seni polar mavi atkıya sarıp, kucağımda veterinere götürdüm. Hiç huysuzlanmadın, kucağımda başını koluma yaslayıp, etrafı izleyerek gidip gelmene çok şaşırdım. Veterinerin sana muamelelerinden, parazit hapını içirişinden hiç memnun kalmadın, veteriner sana elini uzatınca başını geri çekip, muayene masasından bana yönelip kızgın gibi miyavlayarak sanki bana beni götür dedin. Kucağıma aldığımda öyle mayıştın ki, iç parazit hapı alerji yaptı ve bir şeyler oluyor sanıp gözlerim karardı. Bir kedinin daha benimle hayatını kaybetmesine dayanamayacağım dedim, sen de ben yokken gittin...

O karakter sahibi tavırlarını, o üzerime tırmanışlarını, uyurkenki hareketlerini, bana yaşattığın mantar macerasını, o beyaz kıyafetimi yoğurup emişlerini... 2 gün ortadan kaybolup geldiğindeki çekingenliğini... ama en çok da o ürkek bakıp miyavlayışlarını unutmayacağım Tahin. Seni hep o naif miyavlayış şeklinle hatırlayacağım.

Mutlu bir hayat sürdüğüne inanıyorum, inanmak istiyorum. Olabildiğine özgürdün ve temel ihtiyaçların hep en güzel hallerde karşılandı. Bir can arkadaşın vardı... Ama sen bir ev kedisi olmalıydın, şimdiki en büyük ve tek pişmanlığım da bu yüzden.

Sen bu kısa hayatı hak etmeyen bir kediydin. Umarım şu an mutlusundur. Allahım seni en güzel yerlerde ağırlasın. Bundan sonra burada seni de anacağım.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

290. gün

Merhaba Fıstık ve Tahin...
Öyle yılgın, öyle bitik, öyle çaresizim. 

16 Mayıs 2017 Salı

284. gün

Aklımda beni tırmaladıktan sonraki küskünlüğümüzü dağıtmak için bana naif, ürkek, sevimli bakışlarla yaklaşışın var. Allah beni kahretsin ki cezalandırmak istemişim seni, kısacık hayatına hiç kullanamayacağın dersleri eklemek, bidaha yapmanı engellemek bidaha yapabileceğin vaktin var olacağına inanarak... Seni tırmalamanın hemen akabinde de okşamamış, sana sımsıkı sarılmamış oluşumu, Allah karhetsin. Yine de bana yaklaşmana sebep olan şevkatse, sevgiyse... ya da sadece şu saçma dünyada yalnız kalma korkusuysa? Allahım ne ağır...
Seni çok özledim meleğim... Zaman hiçbir şeyi hafifletmiyor. Çığlıklar atmak istiyorum, seni çağırmak çağırmak çağırmak...
Bu pazar yanına geldim, uzunca vakit geçirdim seninle. Çiçekler ektim üzerine, katmerli ipek çiçeği ile kokulu küçük karanfiller. Tohumların kabuğu mu kırıldı ne, ne beni böyle ağlatan? Seni çok, çok, çok özlüyorum. Keşke senin yerine ya da seninle birlikte ölseydim. Benim masum, temiz, cennetim.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

278. gün

Seni düşünmeden bir günüm bile geçtiyse yarını görmek nasip olmasın.

5 Mayıs 2017 Cuma

273. gün


 [last lines]
Susie Salmon:  [voiceover] When my mother came to my room, I realized that all this time, I'd been waiting for her. I had been waiting so long, I was afraid she wouldn't come. 
Abigail Salmon:  [whispering] I love you, Susie. 
Susie Salmon:  [voiceover] Nobody notices when we leave. I mean, the moment when we really choose to go. At best you might feel a whisper, or the wave of a whisper, undulating down. My name is Salmon, like the fish. First name: Susie. I was 14 years old, when I was murdered, on December 6, 1973. I was here for a moment. And then I was gone. I wish you all a long and happy life.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

268. gün

Benim miniğim, benim meleğim, benim küçük cennetim... Nasılsın? Memnun musun yerinde, mutlu musun? Seni çok özledim. Samsun, güzel havalar sen demek benim için ve acıklı anılar... Balkonda yemek adetinden duyduğum rahatsızlık, gittiğin yere hep sırtımı dönerek oturmam... Benim minik prensesim. Sana son yazdığımdan bu yana biraz üzücü şeyler yaşadım. Haftaiçi, taaa seni ilk kaybettiğim zamanlar yazdığım bir hanım, yazdığım mesajı yeni gördüğü için bana döndü. Kendisine kedisi ile senin benzerliğinden ötürü ulaşmışım ve arada bir zahmet olmazsa, fırsat bulursa kedisi Şanslı'nın birkaç fotoğrafını atmasını dilemişim. Mesajı atalı neredeyse 8 ay olduğundan, kendisinden cevap gelince açıp yeniden kedisinin fotoğraflarını görüşüm benim için çok duygusal oldu. Sanki sen bir yerlerden çıkagelmişsin gibi hissettim. Gidişinden bu yana onca kedi besledim sokaklarda, onca kedi gördüm. Sana bu kadar benzeyenine rast gelmemiştim. Hanımefendi halimden anladı ve çok yardımsever çıktı. Onlarca fotoğraf gönderdi ve yaşadıkları şehri, semti söyleyip, istediğim zaman kapılarının bana açık olduğunu söyledi. Bir kerecik olsun sevebilmeyi çok dilediğimi söyledim, belki Ercan da bana eşlik ederse bir gün sırf onu sevmeye Ankara'ya giderim. O akşam çok ağladım, çok...

Sonraki günlerim biraz daha yumuşak geçti. Haftasonu, Samsun'a geldim ve annemin bir akrabasının düğünü için şehir dışına çıktık. Uzun zamandır saçlarımı kestirmemin gerekliliğini hissediyor ama ya fırsat bulamıyor ya erteliyordum, düğün için şekillendirmeden hemen önce kestirdim ve böylece sen gitmeden önceden beri bana eşlik eden saçlarımla da vedalaştım. İlk gittiğin zamanlar sana değmiş dokunmuş her parçamla vedalaşmak, her noktamı değiştirmek benim için sancılıydı biliyorsun, o zamanki kadar şiddetli olmasa da, yine de etkilendim. Gözlerim doldu. Kesilen saçlarımı da aldım.

Böyle bir haftanın ardından Samsunda olmak da benim için normalden biraz daha zor oldu.

Geçtiğimiz hafta yanına uğradık ama mezar düzenlemesi olduğundan yanımızda getirdiğimiz hercai menekşelerini, belki toprakla da oynayıp bozarlarsa diye ekemedim. Mezar düzenlemesi için mezar taşlarını da yerlerinden alıp toprağınızın üzerine bırakmışlardı, komşun Maya'nın da sanırım sahipleri onu düzenli ziyaret ediyor olmalı ki taşını geri dikmişlerdi. Ben başına bir şey gelebilir diye dikmedim meleğim. Ziyaretimizde 5 kedi takıldı peşimize, bir calico bir tekir nasıl açmış sevgiye... Tekir ben ayaktayken üzerime tırmanıverdi, şaşıp kaldım :) Uzun uzun sevdim kucağımda.

Bu hafta düğüne gittiğimizden pazar günü Samsunda olamadık, yanına gelemedik, özür dilerim. Seni seviyorum küçüğüm...

24 Nisan 2017 Pazartesi

261. gün

İnsan nasıl da şaşıyor şu sayıların çokluğuna, geçen aylara nasıl da şaşıyor...

13 Nisan 2017 Perşembe

251. gün

Sen benim küçük prensesimsin...

-

İçimde yaşayan ama her kalp atışımda içimde acıyan.

30 Mart 2017 Perşembe

237. gün

Bir de Akkuş'un kedilerinden bahsetmek lazım tabii... "Afiyet olsun, Fıstık Ablanıza teşekkür edin" diyerek yeni vedalaştıklarım... Tahinle Kobeyi yanıma alma hayalleri kuruyordum ama bu kedileri görünce fark ettim ki onlar saray değilse de mutlu bir çiftlikte yaşıyor gibiler. Buranın soğuğundan ileri gelen bir adaptasyon mudur yoksa beslenemeyip gelişememekten midir bilmem, kedileri çok küçük. Büyüyemeden öldüklerinden sadece küçükleri mi görüyorum yoksa? Bu ihtimali düşünmek istemiyorum. 2-3 kedi hariç, gördüğüm tüm kediler vücut büyüklüğü olarak çok küçüklerdi.
Ben Samsun'da kar yağdığında kedileri eve alırken, o gece onlar için kara kara düşünür içim sızlayarak sabah ederken, burda martta kar yağıyor, yağıyor; bu naifleşmiş kar. Hayvanlar sürekli caddelerde dolaşıyor yemek arayarak, ah yazarken bile kalbim acıyor, içim daralıyor. Burada eve yerleşme sürecimde çok masrafım oldu. Bu sebeple babamın bana verdiği para ile henüz kedi maması alamadım. İlk maaşımda 1 paket mamayı Samsun'a gönderip, 1 paket mamayı da buraya alacağım.

Buraya ilk geldiğim günlerde bi kedi görmüştüm, topallıyordu. Burada veteriner yok... Petshop filan da yok, kediyi bir kafese koyup götürmek istesem. Bir de o günlerde babamla olduğumdan ve canım babam kediler konusundaki kesinlikle dozu aşmamış hareketlerimi, hassasiyetlerimi ve bazen duygularımı ölçüsüz bulduğu ve sinirlendiği için ilgilenememiştim. 6 gün geçti, zavallı kediciği hiç görmemiştim. Bugün Regaip Kandili, babam gitmeden evvel birlikte aldığımız kıymayı bozulmasın diye kavurup gitmişti. Biraz ondan yedim ama bitirmeye gönlüm elvermedi. Saat dokuz buçuğu geçmiş olmasına rağmen ve Akkuşta bu saatin yaşamın hangi aralığına denk geldiğini bilmememe rağmen, giyindim üzerimi hem çöplerimi atıp hem de kıymayı paketledim. Çöp kutusunun oraya geldiğimde pisi pisi diyince miyavlayarak topallayan kedi gelmesin mi... Ah hem buruldum hem mutlu oldum onu besleyişime.  Az sonra ardından bir calico yavru kedi de geldi, ikisi de birbirinden güzel... canlarım... İkiye böldüğüm kıymanın bir kısmını da ona verdim. Bu beni mutlu etti.

İşyerinde her sabah kahvaltıyı birlikte yapıyoruz. Neredeyse her kahvaltımızda peynir artıyor ama kibrit kutusu kadar falan. Yine de şimdilik orada çok yeni olduğumdan ve henüz başka kimsede sokak hayvanlarına karşı bir şefkat sezmediğimden peyniri kedileri ayırmayı teklif edemiyorum. Yine de ilerleyen zamanlarda dile getireceğim.

Kobe ile Tahine ise annem, Eren ve Emine Teyze çok iyi bakıyor, çok şükür. Yarın cuma, Samsun'a geçeceğim, giderken onlara da konserve mama alacağım. İşte böyle Fıstığım... Bunlar hep senin kalbimde yakıverdiğin ışığın huzmeleri. Seni çok seviyorum küçük prensesim. Görüşmek üzere...

29 Mart 2017 Çarşamba

236. gün

Bazen düşünürüm, Fıstıkım benim yanıma gideceği günü bilerek mi geldi? Gideceği gün üzerimde ikiye katlanıp uyuyuşu, benim bilmediğim ama onun bildiği bir sebepten miydi? Ercanlarda kaldığı süre boyunca, hayata benimle veda edemeyeceğinden korkup bana kavuştuğunda yazgısını-yazgımızı yerine getirebileceği için mi huzur duydu? Gidişini başlatan olay, bir karar mıydı ve bir zamanlamayı tutturmak için miydi? Dudağımı ısırışı, beni haberdar etmek değilse neydi?

Bunları sorarken gözlerimden yine yaşlar boşalıyor. Artık Akkuş'tayım ve bu eve Fıstık'la gelmeyi bu hayatı Fıstık'la yaşamayı hayal etmiş olmak, acaba o bu evde nasıl davranırdı koltuğun neresini sahiplenirdi şimdi burada olsa yanıma gelip sokulur muydu, burada mutlu olur muydu soruları, kafamı sürekli meşgul ediyor. Dün S. Hanım bana facebook profilimde gördüğü için kedimin şu an nerede olduğunu sordu, cevap vermemle birlikte gözlerimden yine süzülen yaşlar....

Facebookumu yeniden açtım. Fotoğrafımızı, seni görünce, yine tüm kalbimle seni yeniden özledim, çok özledim. Sana hak ettiğin hayatı sunamadığım için çok üzgünüm, özür dilerim bebeğim.

Gözlerim ne kadar seni bu evde arasa da, buranın yaşam koşulları ve burayı algılayış şeklime de bağlı olarak, sanki Samsun'da yaşadığım hayattan çok uzaktayım, senle geçirdiğim günler de bambaşka bir hayata ait. Bana cennetten sunulmuş bir kesit, Allah'tan bir jest, geride bıraktığım bambaşka bir hayatmış sanki.

Sen hep benim en kıymetlim olacaksın. Bir gün sana yeniden kavuşmayı tüm kalbimle diliyorum. Beni o hoşsohbet dillerinle karşılar mısın? Seni çok seviyorum, benim sonsuz kalpli miniğim.

11 Mart 2017 Cumartesi

218. gün

Can kızım, soruşturmam sonuçlandı ve olumlu sonuçlandı. Artık sağlık bakanlığı personeliyim. 15 gün içinde göreve başlamam gerekiyor. İçim buruk.
Yarın Eren sınava girecek. Yine bir Fıstık takvimi kafamda, geçen yıl Eren'in sınava doğru eve çıkmadan önce seninle vedalaşması gözlerimin önünde. Ah...

6 Mart 2017 Pazartesi

213. gün

“Dünya bir hevestir, daldığın kadar
Dünya bir nefestir, aldığın kadar
Dünya bir kafestir, kaldığın kadar. ”

---

“...
Ölüm korkunç, iğrenç, garip bir böcek olsa ve yoldan geçen birinin üzerine konsa, siz de onu görseniz hemen o kişiyi oracıkta durdurup; - Afedersiniz yolunuzu kestim ama, korkmayın, yakanıza Ölüm konmuş, demez misiniz? Şöyle iki parmağınızla fırlatıp atmaz mısınız onu? Ah ne güzel olurdu. Ama ölüm bir böcek değil! Ama yoldan geçenlerin bir çoğu onu üzerlerinde taşıyor. Ama farkında değiller, çünkü Ölüm görünmüyor. Doğal olarak onlarda yarın ki hatta bir sonra ki günkü hayatlarını planlamaya devam ediyorlar. Mesela ben.. Bakın şu dudağımın üstündeki çiçeği görüyor musunuz? Doktorlar buna çok güzel bir şey diyorlar, Karamela gibi... Epitelyoma! Bakın söyleyin benimle bir kez, tadını siz de hissedeceksiniz, Epitelyoma! Çiçeklere verilen isimlere benziyor değil mi? Ama bu bir çiçek değil. Bu bir Ölüm. Geçerken bunu dudağıma konduruverdi, hatıram olsun dedi ve ekledi bir kaç aya kadar gelirim. Bakın sizden ne isteyeceğim, yarın sabah erkenden gideceğiniz küçük köyün tren istasyonunda indikten sonra evinize kadar yürüyün. Yoldan bir demet ot koparın. Koparın ve sayın. Kaç tane ot koparmışsanız o kadar ömrüm kalmış demektir. Ama dikkat edin demet biraz kalın olsun!
...”

5 Mart 2017 Pazar

212. gün - Canıma okuyan şarkılar

Ve işte 7 ay geçti bile... Bahar geldi, havalar ısındı, camlar balkonlar yeniden açılır oldu. Canı yanar mı insanın bundan? Yanıyor...

Bugün pazar. Dedemin kız kardeşlerinden biri dün sabah vefat edince, hemen toparlanıp yola çıktılar. Dayım arabamızla götürdü herkesi, babam işi dolayısıyla gidemedi ama arabamız burada olmadığı için yanına gelme şansımız yine olmadı. Haftaya da pazar günü yağmurlu görünüyor, bu hafta içi de gitme ricamı dayıma yineleyeceğim.

Dün bir restoranda siparişimin hazırlanmasını beklerken çalan müzik beni ağlatıverdi. İnternette bir deyime rastlamıştım, bazı şarkılar için "kalp cenderesi" benzetmesi yapılmıştı, ne yerinde bir benzetme. Benim için böyle olan şarkıları yazmak istedim.

Bin cefalar etsen almam üstüme türküsü,
Teoman - Çoban Yıldızı
Kazım Koyuncu - İşte Gidiyorum
Göksel - Gittiğinde

Nerde duysam içim eziliyor, gözlerim doluyor. Yenileri oldukça yine buraya ekleyeceğim. Seni seviyorum Fıstık...

2 Mart 2017 Perşembe

209. gün

Delirmek... Ne hazin bir son. İnsanın kaderinin, üstesinden gelebileceklerinin çok üzerinde olması.... Bu da kaderin bir parçası mı? Yani, delirmeyi mi yazar tanrı bir yerlere, böyle bir kader olabilir mi? Bazen, kaderin avuntudan öte bir kavram olmadığını düşündüğüm de olmuyor değil. Bu kısa ömür senin kaderin ya da bu kısa mutluluk benim kaderim değilse? Bu güzelliklerin kısa olmasının yalnız ve yalnız sebebi bensem? Bu gerçekten çok ağır. Sorumluluğu tanrıya ve kadere bırakmaksa yükü anlamlı miktarda azaltıyor.

2 hafta öncesinin pazarında, anneannemler Samsun'a geldi. Ziyaretlerinin 1 haftalık olması planlanmıştı ama 1 haftanın sonunda gitmediler... Pazar günü hava kapalıydı ve biraz da yağmurlu. Annem anneannem ve dedemle birlikte yanına gelmeyi önerdi ama bunu istemedim. Çünkü bu kalabalık ortamlarda yanında olmak ama seninle olamamak beni ayrı, sana duyduğum özlem ve bağlılığın anlaşılmayışı ve hatta hafife alınışı ayrı üzüyor. Bu geçtiğimiz 2 haftanın ziyaretsiz geçişi demek oldu, umarım bir üçüncüsü olmaz. Bu pazar güneşli ama eğer anneannemleri bırakma görevi babama verilirse, yine gelmemizin bir yolu olmayacak. Dayımdan pazartesi günü, işleri el verirse beni senin yanına getirmesini rica ettim ama işte çarşambayı bitirdik ve gidebilmiş değiliz. Sanırım önümüzdeki günlerde de dayım işi icabı şehir dışına çıkacak. Yine bana esmer günler düştü, eyvah...

İşin aslı seni çok özlüyorum ve bu özleme ya da yaşadıklarım/a hiç iyi gelecek seçimler yapmıyorum. Geçtiğimiz cumartesi The Lovely Bones isimli bir film izledim, tebligat için ortak tweetler attığımız bir hekimin twitter profilinde fragmanına denk gelmiştim. Filmin Türkçe adı Cennetimden Bakarken. 14 yaşında tecavüze uğrayarak öldürülen bir çocuğun, bir süre sevdiklerini terk edemeyip ruhunun onlara eşlik edişini, kendisinin bir başka boyutta dünyadan gidememiş ve dünyada kalamamışlığını konu alıyor. Bir kitaptan uyarlanmış. Tecavüz ve ölüm boyutları asıl trajedi idi ancak devamındaki sahneler de seni, emin olamadığım yokluğunu, bazen iyiden iyiye hissettiğim varlığını düşününce beni çok etkiledi. Filmin sonunda ana karakter Susie Salmon'ın ruhlarının sevdiklerini terk edişi üzerine ettiği sözler ve hepimize uzun ve mutlu bir hayat dilemesiyse çok dokunaklıydı. Bulabilirsem aşağıya videosunu bırakacağım.

Birkaç saat önce ise Poyraz Karayel'in veda bölümünü izledim. Aslında anneannemlerin yanında, dayımın evinde izlemekteydik, tüm düşmanlar ölüp neşeli bir vosvos otobüse bindiklerinde mutlu son olduğunu görüp eve gelmek üzere oradan ayrıldık. Eve geldiğimde internette geziniyordum ki ne göreyim, düşman her nasılsa patlayan arabanın içinden sağ çıkmış ve Ayşegül'ü öldürmeye gelmiş. Şaşırdım, az sonra televizyon başına yeniden geçtim, Poyraz delirmiş. Bir ölümün ardında kalanlar ve ölümün ardında kalanların ağırlığı beni yeterince üzmüşken, hala anlayamadığım bir sebeple Google'a şöyle yazdım: "Ayşegülün ölme sahnesi" Gerçekten mi? Boş bulunmuşluk mu desem, aptallık mı? Yönetmen de sağ olsun, ne kadar acıtabilirse o kadar acıtmış, ölüm sahnesini Ayşegül'ün gözünden çekmiş. Beni bir Fıstık'ım da beni böyle mi gördü, Fıstık'ım da bunları mı yaşadı hüznü sardı, ağlamaya başladım...

Bugün zaten psikolojik açıdan da yeterince yorulmuştum. Bahçede baktığım kedilerden dişi olanı, Tahin, dün gece sol ön patisinin üzerine basmaktan imtina ediyordu. Bugün gündüz gözüyle bakar bir şey mi batmış anlamaya çalışırım diye düşünmüştüm. Bugün yine aynı şekilde yürümekteydi ve her zamankinden yakın (sırnaşıklıktan uzak) sanki yardım dileyen bir haldeydi. Kucağıma alıp bir yere oturdum, patisini dokunarak incelerken acısını belli eden sesler çıkardı. Patisi zaten sağ ön patisine göre de şişmiş gibiydi. Kırık olmasından korkup veteriner cerrahi merkezine götürdüm. Doktor şişliği hemen fark etti, elle muayenede zavallı bebeğin yine canı yandı ve doktor o bölgedeki kırıkların röntgensiz pek anlaşılamadığını film çekeceğini söyledi, çekti. Çok şükür kırık yoktu, doktor patisine ya bir şeyin düştüğünü, ya kendisinin filan incittiğini söyledi, ateşi de bu probleminden kaynaklı normalden yüksek çıktı. Doktor antibiyotik reçete etti, günde 2 kere, 6 gün kullanıp gözleyeceğiz. Bir saat önce ilkini verdim, biraz tatsız bir deneyim oldu. Bir seferde yuttu ama hemen ardından yanımdan uzaklaşmak istedi. Biraz başını okşayıp biraz da büyük aşkı Eren'e okşattıktan sonra (saat geç olduğundan aşağı inerken bana eşlik etmişti) -ilacı içmesinin takdir edilecek bir davranış olduğunu anlasın istemiştim- bıraktım. Kobe, tüm ilginin Tahin'e yönelmesini biraz yadırgıyor gibi ama yapacak bir şey yok... Umarım gelecek günlerde tedaviye devam etmemize engel bir soğukluk da girmez Tahin'le. Veterinere gitmek, gelmek, yabancı ortama girmekteki tedirginlikleriniz, geliş gidişteki huzursuzluklarınız... hepsi beni psikolojik açıdan çok ama çok yoruyor, sende de öyle olurdu.

Senin taşıma kafesini yine kullanamadım ne yazık ki. Aslında düşündüm, hatta niyetlendim. Bu belki de kırık, Fıstık'ım bunu makul bulabilir, bana alınmaz dedim... Ama almak için yatak odasına gittiğimde gözümün önüne sen geldin, kafesin alt tarafında kalmış birkaç tüy topağını da görünce yapamadım.

İşte böyle benim güzel meleğim. Her duama seni iliştiriyorum hala, senin için en güzel yerleri diliyorum ve seninle bir gün yeniden kavuşmayı. Bugün anneanneme bol bol seni ve avcılıklarını anlattım. Havalar ısındı ya, sinekler çıktı ortaya, seni her zamankinden çok anıyorum. Keşke burada olsaydın. Seni çok, çok seviyorum benim canım prensesim. Sana yaşattığım ve yaşatamadığım her şey için özür dilerim gözümün nuru, biriciğim. Umarım çok mutlusundur...

-


24 Şubat 2017 Cuma

203. gün

203... vay be.
Dün göbeğine dokunmayı, yüzümü sürmeyi çok özledim. Göbeğin senin mahremin gibiydi, açtığında bile -ki bu çok enderdi- dokunmaktan mahçubiyet ve tedirginlik duyardım. Nemli, terli ve sıcak anımsıyorum o tüylerle dolu güzel göbeğini. Benim meleğim. Önceki gün yine Ercan'ın profilinde resmini görünce içim ezildi. O ne dingin, o ne umutlu bir fotoğraf... Özür dilerim, Allah beni kahretsin.

15 Şubat 2017 Çarşamba

194. gün

Benim huzur kokulum, benim prensesim, benim güzeller güzelim... Benim ipek tüylüm, benim dikenli dillerini sevdiğim, benim güzel gözlüm... Benim can arkadaşım, benim tatlı kızım, benim masum bebeğim... Nasılsın?
-Neleri özledim biliyo musun, ağzımın içinde defalarca kere uğraşıp bir türlü bulduramadığım, kavrayamadığım tüyünü, gözümde rahatsızlık hissedip ancak çok dikkatli bulabildiğim tüyünü... Alnını öpmeyi, sıcacık göbeğini ürkerek sevmeyi... Sana sarılmayı, kumunu değiştirmeyi. Yemin ederim.
-Ne fark ettim biliyor musun, artık dönmeyeceğini sanırım biliyorum. Sadece bazen, o hayalperest, o iyimser anlarımda bazen, gözümü kapatıp açtığımda bir kabustan uyanacağıma bir ihtimal veriyorum. Dönmeyeceğini biliyorum diyorum ama, çoğunlukla yanımda gezindiğini de biliyorum, gümüşlüklerin titremesini başka türlü açıklayamıyorum.
-Annemler beni o gün senin yanına getirdiler, bir şeyler yiyip keyifleri yerine gelince, sanırım tehditlerinin yersizliğini görebilecek enerjiye kavuştular. İyi ki de gitmişiz, sonraki pazar ufak ufak kar atıştırdı ve oralar daha yüksek olduğundan yine yanına varacağımızdan emin olamayarak gelemedik. Bu pazar hava güzel görünüyor.
-O pazarın hemen ertesi gün, pazartesi günü, evimize yeni mobilyalarımız geldi. Senin tekli koltuğunun ve birlikte uyuduğumuz üçlü koltuğun yerleri değişmedi. Bu beni teselli etti. İkili koltuk eski yerinden çekilip, üçlü koltuğun karşısına geldi. Artık ikili koltuğun yerinde konsol olacak. Eski yeri bana çok çok çok acı hatıraları anımsattığından, bu da beni memnun etti.
Sen gittiğinden beri ilk kez, çok mutlu oldum ve sevinçten ağladım. Bunun sebebi 68 metre derinlikte 28 cm çaptaki bir kuyuya düşen yavru köpeğin, 13 günlük uğraş sonucunda bu sabah 5:50 sıralarında kurtarılmış olmasıydı. İnsanların yılmadan çalışmaları, bir 'can' kurtarmışlıkları, köpeğe besledikleri temiz sevgi ve masum coşkuları beni etkiledi. Senden tekrar, her şey için özür dilerim güzel gözlüm.
Güzel gözlüsün sen. Hep evin en güzeli Fıstık derdim. Sarışın, renkli gözlü. Sen her şeyin en güzelini hak eden mükemmel bir kediydin. Özür dilerim...
-Hala güvenlik soruşturmamın sonuçlanmasını bekliyorum, hala evdeyim...
-Dün dayım, annem ve babamla tiyatroya gittik. Tiyatro dönüşünde dayım bizi kahve içmeye davet etti ve üşüdüğümüzden onun evine geçtik. Oraya gidince duygulandım ve seni özledim. Son gidişim kumunu almak içindi ve kumunu alıp döndüğümde, sen beni evde beklemekteydin güzel gözlüm. Dayımın evine zaten dünden evvel yalnız 2 kez gittim. İlk gidişimse seni bırakmak içindi, dayımın evi bana göre sen demekti. Dayımın attığı fotoğrafta üzerine çıkmış olduğun, kara kara düşündüğün koltuğa yerleştim. Sanki seni korudum ve biraz da kaynaştım.
-Seni çok özledim. 6 ayı doldurduk, insan inanamıyor... Meleğim yok ve ben delirmedim ve yaşayabildim. Buna hem hayret ediyor hem de mahçubiyet duyuyorum.
Bu yılları seninle geçiriyor olmalıydık, birlikte yaşlanmalıydık benim naif prensesim.
-Seni çok seviyorum. Umarım çok mutlusundur... Allahım seni en güzel yerlerde ağırlasın. Bir gün kavuşmak dileğiyle...

5 Şubat 2017 Pazar

184. gün

Fıstık, bugün de yanına gelemiyorum, özür dilerim. Bu seni göremediğim 3. hafta olacak. Beni tehdit ettiler. Benim böylesine hassas olduğum bir konunun böylesine kolayca kullanılabilmesi kanıma dokunuyor. İstedikleri şekilde hareket etmezsem beni senin yanına getirmeyeceklerini söylediler. Başka bir şansımın olmadığını bilirken, bu yaşımda bununla tehdit ediliyorum. Beni bu kadar üzeceğini bilerek bunu öne sürüyorlarsa ben de peki dedim.

Çok üzgünüm Fıstıkım. Çok özür dilerim.

4 Şubat 2017 Cumartesi

183. gün

Elbette günah çıkarma mevzuunu sen ve Allah benden daha iyi bilirsiniz, ama biraz düşündüm ve aşağıdaki kedilerden kendimi gerçekten mesul hissettiğime karar verdim. Buranın geldim geleli en çetin hava şartlarına sahip haftasıydı, karı bi taraftan rüzgarı ayrı... Gündüzleri eve aldım ama geceleri içim nasıl yandı. Şu an da çok mutsuzum Fıstıkım, benim iyiliğe açılan kapım, benim cennet parçam, benim bir tanem.

20 Ocak 2017 Cuma

168. gün

Böyle bir mutsuzluk yok. Kendimden nefret edesim geliyor. Seni çok özlüyorum. Benim için öyle kıymetlisin ki. Seni çok seviyorum can parçam. Bitanem. Güzel gözlüm, ipek kızım benim. Aşkım. Minik prensesim, kelebeğim, bebeğim benim. Hatırlar mısın, bazen seni severken doğaçlama şarkılar söyleyiverirdim. Sen benim içimde bambaşka bi coşkuydun, içimde yarattığın bambaşka bi dünya. Ah benim meleğim, ah...

18 Ocak 2017 Çarşamba

165. gün

Bazen düşünüyorum da acaba diyorum acaba bütün bu kediler için gösterdiğim çaba bir tür günah çıkarma mı? Bilinçaltımın derinlerinde ya da çok da derin olmayan bir yerlerinde bunu tetikleyen şey sana karşı hissettiğim suçluluk duygusu mu?
Son 1 ayda ölüm üzerine daha uzun ve daha derin düşünür oldum. Yalnız senin gidişin değil, tüm canlılar için, mesela vejeteryan olmaya doğru adım adım ilerliyorum. Küçük bir tavuk hayal ediyorum bir köyde gezinen, minik bi kuzu... Tavuk çiftliğinde yüklenilmiş bi beden ve yitip gitmiş kısacık bi ömür... Bir şeylerin çiftliğinin olması ve avlanmak için ya da tüketmek için üretilmiş olması, o canı daha değersiz mi kılıyor? Dünyaya tek seferlik ziyaretini yapan o canlının yaşadığı ömür gerçekten ona reva mı? Ve nice hayvanlar üzerindeki deney...
Düşündüğüm ölümün kapsamı yalnız bu değil elbette. Senin gidişin bir şeyleri tetikledi mi, yoksa yaşım itibarı ile yavaş yavaş "dünyanın yalanlığı" gerçeğinin yavaş yavaş farkına varacak mıydım bilmiyorum. Kısacık hayatların, kalitesiz hayatların, dünyada ufacık bir iz bırakamamış milyarlarca hayatın, düzen ya da kendi sebep olarak hiç fark etmez yitip gitmiş hayatların, beden yükü ağır işlerde ömür çürütenlerin, herhangi bir şekilde ömrünü gerçek anlamda çürütenlerin, delirenlerin, delirmemek için direnenlerin.... hepsini. Hayatlar ve bitişler. Var oluşlar ve yok oluşlar.

Bazen, bir gün bunları düşünürken her şey ağır gelir mi ve birden sıfırlamak ister miyim diye düşündüğüm de olmuyor değil.

2 gün önce, yanına gelemediğimiz 2 haftanın ardından yanına geldik. 1. pazar annemle babam Erzurum'a gitmişti, bu sebeple beni yanına getirecek kimse olmadı. 2. pazar ise kar yoğundu gelmemiz bizim açımızdan hem tehlikeliydi, hem de mümkün olamayabilirdi. Haftanın sonunu zor getirdim, sık sık seni düşündüm, hatırladım, sık ağladım. Yanına hayli duygusal geliyordum zaten, yolda dolmuştu gözlerim. Annem hala Erzurumdaydı ve Eren dersanede, ne mutlu ki babam yol takibinde duygusallığımı fark etmedi. Mezar alanına geldiğimizde bazı yeni mezar taşlarının olduğunu fark ettim, komşun kedi Maya'nın mezarlığı senden sonra gitmiş olmasına rağmen yanıbaşında duruyordu, seninkinin de konmuş olduğunu tahmin ederek yüksekliği hemen tırmandım. Rüzgar taşını üzerine devirmiş. Senin taşın da gelmiş.

Yalan yok, aylardır ama aylardır her ziyaretimde görmeyi bekliyordum. İstiyordum hatta. Ama görmek beni beklemediğim bir şekilfe yaraladı, çok, çok, çok... Çığlık atmak istedim, hıçkıra hıçkıra ağladım, şimdiye kadarki en duygusal ziyaretimdi. Sanırım bu mezar taşı, gidişinin ilk somut yüzüme vuruluşuydu ve ben, buna hiç hazır değildim.

İnsanların bugüne kadar yakınlarının mezar taşlarını yaptırdıklarında neler hissettiklerini hiç düşünmemiştim. Tüm yüzeyselliğimle sanmıştım ki rahatlarlar, ölen kişiye karşı hissettikleri bir sorumluluğu yerine getirdiklerini hissederler. Ama babam bu şiddetli ağlayışımı hiç yadırgamadı. (Babam senin kaybında çoğu örneğini babanneme bağlar ve acımı kendininki ile eşleştirir) O an, babamın da benzer şeyleri hissetmiş olabileceğini ilk kez fark ettim.

Rüzgar taşların neredeyse hepsini yıkmıştı. Senin kendi taşın da üzerindeydi, önündeki arkadaş Duman'ın taşı da. Nasıl bir rüzgarsa, anlamadım vallahi... Senin taşın için toprağı biraz kazıp, mermer levhanın oturduğu kısmı kazdığımız alana oturttuk. Toprak altlarda çamurlu olduğundan çok derinlere inemedik, ama indiğimiz kadarı da yeterliydi. Sonra mermeri alttaki taşın oyuğunda sabitlemek için araya dal parçaları ile çamur sıkıştrdık. Haftaya da soğuk silikonla gelmeyi planlıyoruz yanına bi terslik olmazsa.

Seni çok özlüyorum Fıstık. Can parçam. Kendimi çok suçluyorum. Senden özürler diliyorum, ve kendime aynanın karşısına geçip tükürmek istiyorum. Kusmak istiyorum kendimi düşündükçe, kendimi bazen bu ölümün sebebi gibi hissediyorum. Bir kediye hayatını sunmayı başaramamış, dünyadaki en aciz ve en gereksiz insan olduğumu düşünüyorum.

Senden bir kere daha özür dilerim. Binlerce kere daha. Ben gidişini öngörmedim ve hiç istemedim. Seni çok sevdiğimi ve benim için çok, çok, çok kıymetli olduğunu bil bebeğim. Benim bitanem.

5 Ocak 2017 Perşembe

153. gün - Sen gittikten sonra / Önemsediklerim

Annem: Gittiğin gün seni salonun halısız yerine koyup, üzerine kapanıp ağlamıştım. Annem o gün işyerinden çarşıya uğrayacağı için geç gelecekti, geldiğinde tarif ettiğim manzara ile karşılaştı. Annem de ağladı. Seni defnettikten sonra o akşam, sahile gittik. Ayağımda o babet, altımda eşofman, üzerimde o mor ev tişörtü. Kim beni nasıl görmüş, hakkımda ne düşünmüş, zerre umrumda değil. O an herkesten seninle ilgili en güzel anılarını anlatmalarını istemiştim. Annem geldiğinden beri sana mesafeli davranmıştı malum, sense annemin seni boğmayışını sevmiştin. Gitmenden önceki 1 hafta içinde, bir gün, biz annemle koltukta otururken gelip kucağımıza uzanmıştın. O an annemin kalbine dokunmuş. O sahil akşamında, annem onu anlatmıştı.
Annem şu an Erzurum'da. Bir aylık bir kursa gitti. Aslında sen gittin gideli ikinciye açılıyor bu kurs, ama annem ilkinde yakalayamadı, kontenjanları dakikalar içinde dolan bir kurs. Şimdi sağ salim dönmesini ve emeklerinin karşılığını almasını diliyorum.

Babam:  Babam seni sık yad ediyor. Bizle arkadaş gibi olmuştu diyor, kuyruğuna farkında olmadan bastığında verdiğin tepki - zarar vermeyi değil uyarmayı tercih edişin babama dokunaklı gelmiş. Babacığım aylar boyunca atanamadığım süre içinde, kaçırdığım atamalarda, bir kere olsun tadımı kaçıracak bir şey söylemedi. Ona bit evladın bir babaya duyacağından daha fazla şefkat duyuyorum. Babam hala aynı yerde çalışıyor, senin gitmenden birkaç hafta önce başlamıştı belki de hatırlarsın. Bugünlerde biraz hasta, soğuk algınlığı.

Eren: Sen gittiğinde, ben gittiğini henüz idrak edememişken, Eren veterinerin bahçesinde titreyerek ağladı. İlk gün şunu dediğini hatırlıyorum: Ben ablam atanıp da Fıstıkla gittiğinde Fıstık'ı çok özlerim, naparım diye düşünüyodum. Devam eden günlerde, gidişin onu çok etkiledi ve mutsuzlaştırdı. O zaman ben henüz bu kadar koyu bir mutsuzluk ve çaresizliğe bulanmamıştım ve onu teselli etmiştim. Sonrasında ise benim yaşadığım yoğun üzüntülerin onu üzdüğü gerekçesiyle ağlamamı, sürekli bahsini açmamamı ister oldu. İlk haftalar ziyaretine geldiğimizde bize eşlik ederken, sonraki haftalarda psikolojisinin etkilendiğini öne sürerek gelmemeyi tercih etti. Buna bir süre çok alındım ancak tabii ki üzerinde bir baskı kurmaktan kaçındım, tek başıma kalabileceğim ortamlar yaratıp ağladım. Şimdilerde ise dersanesinim olması gün-saat itibarı ile gelmesine müsaade etmiyor.
Evet, Eren abin bu yıl da sınava hazırlanmakta yani. Ona eşlik et, ona yardımcı ol meleğim.

Gümüş: Aşağıdaki anne kedi. Sen gittikten sonra bana yapılan sürprizin baş kahramanı, kalbimi ısıtan, eriten güzel anne. Sen gittikten sonra ilk sevdiğim kedi,-